2011-08-12

Sorgulama

Lisede aynı anda birden çok iş yapardım. Sürekli dolu ve meşgul bir hayatım vardı. Derslerden sonra kimi zaman akşama kadar labta geçirirdim zamanımı, kimi zaman evde odama kapanır çeşitli yazılar yazardım. Öykü olsun, şiir olsun, makale, deneme olsun. Yaptığım her iş beni o kadar heyecanlandırırdı ki, ne kadar yorulduğumu hissetmezdim. Uykusuz kalırdım; fakat fark etmezdim. Aklıma ilginç bir nokta geldiğinde hemen oturup yazmaya başlardım, yazarken düşünürdüm ve fikri daha da geliştirirdim.

Hayatımda bir yer kaplayan her aktivitenin bende uyandırdığı farklı hissiyatlar vardı. Örneğin, bir şeye odaklanmışken flüt çalmam gerektiğini hissediyorsam, yaptığım işi bırakır ve hemen elime flüdümü alırdım. İlla bir nota kağıdına bakmak gerekmezdi çalmam için, o sırada ne hissediyorsam onu çalardım ve bu çoğunlukla doğaçlama melodiler olurdu. Onu çalarken bilirdim ki hala kafam bir önceki konuda meşgul, arka planda bir şeyler, bir çözüm düşünüyor ve böyle zamanlar da kafamın karışıklığını daha çabuk çözerdim.

Okulda da tonla şeyle uğraşırdım. Tek bir arada rahat durmazdım, oradan oraya koşturmam gerekirdi. Özene bezene bir dergi kurmuştum ve aynı titizlikle okuldan mezun oluncaya kadar onunla ilgilendim. Tüm sistemini kurmuştum, yeni gelenlerin nasıl kadroya alınacağı, zaman içinde nasıl usta-çırak ilişkisiyle editörün işi küçüklere devredeceği, sistemin nasıl kendi kendini evrimleştirebilmesi ve olabildiğince kalıcı olması. O dönemde de uzun zamandır yazı yazdığımdan yazıların düzeltmelerini yapmak zor bir eylem olmazdı benim için, fakat bu dergiyle uğraşmaktan bir süre sonra yazılardaki noktalama, yazım, mantık hatalarını çok daha hızlı görür olmuştum. Bu editörlük işine kendimi o kadar kaptırmıştım ki, eğlencesine kitap okuyamaz olmuştum. Okuduğum her şeydeki hataları anında görürdüm ve tabii bu da benim dikkatimi dağıtırdı.

REFORM'u (derginin adı) okuldan mezun olmaya yakın o kadar büyütmüştüm ki, dergi ekibiyle okulda belgesel günleri düzenlemeye başlamıştık. Hatta en heyecanlı anlardan biri, Reform'un tek bir sayılık da olsa renkli basım yapabilmesiydi. Son senemin ilk sayısıydı ve 2009 Gökbilim Yılı'na ithafen ben de bu sevgili dergimin kapak konusunu Gökbilim yapmak istemiştim. E dergi gökbilim içerecek, renksiz mi olsaydı? Standart olarak Reform geri dönüşümlü kağıda siyah-beyaz basılırdı. Çokça fotoğraf kullanmazdık, onun yerine karikatürist arkadaşlarımız çizimler yapardı. Her çizim yapanın sorumlu olduğu bir yazı olurdu, ona uygun çizim yapmaya gayret ederlerdi, [bazen de rastgele serpiştirirdik]. Okulun baskı odasında basılırdı, öğrenciden hiçbir ücret çıkmazdı. Durum böyle olunca renkli baskı biraz problem olmuştu, ama hazırladık ve sonunda tek bir kereliğine de olsa renkli bir Reform ortaya çıkmıştı.
Reform'u gerçekten çok özlüyorum, ben ve benim gibi birkaç insan ona gerçekten gönül vermiştik. Kapaktan içindeki her bir yazıya, her bir çizime kadar tamamen bizim emeğimizdi, orijinaldi.

Ben gitmeden bir sene önce olası editör adaylarıyla daha fazla vakit geçirmeye başladım. Son dönemimde de tamamen onlara bıraktım, Reform hala çıkıyor. Çıkış temposunu çok bilmiyorum; ama devam edebiliyor olması bile kendim için saydığım büyük bir başarı.

Okulda özel günlerde törenler yapılırdı. Sıkıcı, uzun konuşmaları olan törenler olmazdı bunlar. Görselliği yüklü merasimler olurdu daha çok. Bunlarda görev almak eğlenceliydi. Kimi zaman sunuculuk, kimi zaman bir oyunda rol, kimi zaman orkestrada yer alırdım. Lisede çoğu şeyi denedim, fakat müzik tamamen ayrı bir boyuttu. Ben profesyonel bir müzisyen değilim, her ne kadar bir ara bu yolda oldukça adım atsam da, şu anda amatör bir flütçüyüm. Benim için büyük bir iş olan bir aktiviteyi zamanla hobi haline dönüştürdüm. Klasik bir eseri çalarken ve çalma tecrübesini oturttuktan sonra dinlerken aldığınız haz her şeyden ayrıdır, özellikle de bu tür müziği seviyorsanız. Her eserin bir öyküsü vardır. Eğer kurallara göre oynarsanız, cümleleri hissedersiniz. Noktaları görürsünüz, nefes yerleriniz bellidir. Hiçbir çalış yeterli değildir, parçanın hakkını verdiğiniz ana kadar.
Teknik çok önemlidir, bariz şekilde sizi geliştiren aktivite. Ama bir parçayı çalarken hissettikleriniz ve hissettiklerinizi dinleyiciye melodi yoluyla iletebilmeniz daha önemli. Bir süreliğini bilincinizin dışına çıkmak ve müziğin sizi bedenen kontrol etmesine izin vermelisiniz. Bir kurgu yazmak bile beni bunu yapabildiğim zamanlardan daha az etkilemiştir.


Şimdiki hayatımı düşünüyorum. Özellikle de lisansımın ilk yılını... Aklımda garip düşünceler oluşmaya başlamıştı. Ceren, çok dağılmayacaksın bu sefer lisansta sadece bilime odaklanacaksın, deyip durdum çoğu kez kendime. Dedim ki, bu sefer öyle kulüpmüş, dergiymiş, bla bla yok. Bu sefer sadece ama sadece matematik ve fizik var, dedim. Başkanlıkmış, editörlükmüş, oymuş buymuş yok, bu sefer sadece lab var dedim. Zaten dedim, fizikten ikinci ana dal da yaparsan vay haline, cidden hayatın sadece fizik ve matematik olacak, tamam mı?

Kendimi buna ayarlamışken bir kitap geldi beni dağıttı. Hangi bilim insanın biyografisini okusam hayatımda yeni dönemler başlar, bana farklı bir bakış açısı sunar, o biyografi. Taa 15 yaşımda Nash'in biyografisini okuduğum vakit yaza girerken, tüm yazı matematik kitapları okuyarak ve asal sayılarla oynayarak geçirdiğimi hatırlıyorum. Bu sefer de Feynman'ın otobiyografisini okuma "hatası"nda bulundum, sanırım ki bu beni daha çok etkiledi.
Bi' an durdum, yahu Ceren bu adam da bir sürü şey yapmış hayatında, sadece fizik yapmamış ki!

Adam hayatını yaşamış, Ceren. Ne istiyorsa onu yapmış, bu onun zihinsel olarak daha özgür ve geniş düşünebilmesine imkan vermiş. Sen kendini her şeyden soyutlasan daha mı başarılı olacaksın acaba? Gelişim sürecinde kendine bu kadar farklı yönler katabilmişken?

Okuduğum basım, 85 orijinal dilde basım. Kitabın 179. sayfasına kadar her şey normaldi, "bana göre". Feynman kimyayla da ilgilenmiş, biyolojiyle de, bilimin her alanına el atmaya çalışmış, gerçek bir bilim insanı gibi işte, dedim. Ama O Americano, Outra Vez! den itibaren kendime gelmeye başladım. Brezilya'ya gittiğinde merakından sambacıların yanına gitmesi ve orada frigideira çalmaya başlaması ve üstelik bu konuda o kadar iyi olup karnavala çıkması! Adam bambaşka bir hayat yaratmıştı kendine! Bu o kadar hoşuma gitti ki! Kitabın daha ilerilerinde aynı durumu drums için yapması ve yine aynı şekilde farklı bir hayat çıkartması kendinden buna! Gidebileceği son ana kadar gitmek. Bir baleye eşlik ediyor.

Fakat beni asıl vuran kısım Feynman'ın çizim yeteneğini geliştirmesi oldu. Resmen profesyonel bir sanatçı oluyor, çizimleri satılıyor, sergileniyor. Ama o aslında bir fizikçi, fakat aynı zamanda bir ressam. Üstelik doğuştan bir ressam da değil, sadece merakından kendini geliştirmiş bir ressam.

Kitabı okurken aklıma hep yaptığım ama nedense lisansımın ilk senesinde bir güzel boşladığım ve yaptığımda beni mutlu eden işlerim geldi. Yazmak, ne olursa! Kısa bir öykü belki ya da içten gelen bir şiir, anlık birkaç mısra... Ya da büyük projemin üzerinde çalışmak! Bilimkurgu romanım, sana ihanet ettim, tam bir yıl önce başlayıp bir ayda yarısını yazdığım ama sonra lisansın hengamesine tutunup boşladığım romanım. Binbir emekle gerçek araştırmalarla süslediğim romanım. Yaş 19, ilk roman vakti için olgunlaştım deyip matematiksel iskeletini hazırladığım romanım.

Flüdüm! Bir sene boyunca tek bir klasik eser layık gördüğüm flüdüm. Yuvarlağın Köşeleri olmasa hiç elime almayacağım flüdüm. Seni neden bıraktım bir köşeye?
Sonra dedim kendi kendime, bunları hemen telafi edeceğim.
Ve dedim, lisanstasın. Kampüsteki sosyal imkanları biraz değerlendirmelisin. Mesela düzenli yüzmek, bir bisiklet takımı varsa ona katılmak ya da ne biliyim badminton oynamak falan? Sadece eğlencesine ve nasıl düşeceğimi öğrenmek adına buz pateni denemek?

Neden olmasın ki?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder