2014-09-06

Denizin Kanı üzerine

Tarık Dursun K.’nın Denizin Kanı adlı kitabı köylü-ağa sömürü ilişkisinin en güzel edebi örneklerinden birini veriyor. Ege’nin bir kasabasındaki sünger işçilerinin yıllarca çalıştıkları ağadan bir kayık alma mücadelesini anlatıyor kitap. Kayık bu köylülerin özgür birer köylü oluşunu simgeliyor; çünkü bu kayık sayesinde özgürce avlanıp ürünlerini büyük şehirlerdeki tacirlere satabileceklerdir ve ağaya muhtaç olmayacaklardır. Kısacası kayık bu romanda bir üretim aracı olarak öne çıkıyor ve uğruna verilen mücadele akıcı bir dille okuyucuya aktarılıyor. Elbette bu sırada köylü yaşamının ince noktalarından bahsediyor yazar ve belki de en önemlisi deniz ile karanın farkına ayak basıyor birden çok kez. Amacım bir özet vermek değil, değerli bulduğum bazı noktaları paylaşmak.


2014-09-04

Zoşçenko'dan alıntı

Mihail Zoşçenko'nun Sinirli İnsanlar adlı kitabından okuması eğlenceli bir alıntı:

"Dertli bir yüzyılı, sözün gelişi on altıncı yüzyılı ele alalım. Şimdi geriye baktığımızda, o yüzyılda yaşamak imkansız bir şey gibi geliyor insana. Her gün düello ederlermiş. Konuklarını kulelerden atarlarmış. Olmayacak şeyler değilmiş bunlar. Düzen böyleymiş.
Şimdiki kafamızla düşünürsek, o günlerde yaşamak korkunç bir şey… Sözün gelişi, hergele derebeyinin ya da kont eskisinin biri, yürüyüşe çıkıyor…
Yürüyüşe çıkıyor demek, önce kılıcını kuşanıyor demek… bakarsınız biri bir küfür sallar herife, ya da itip kakmaya başlar; dövüşmek gerekir. Kılıç kuşanmalı.
Yürürken suratında hiçbir üzüntü, kuşku belirtisi yok. Aksine belki gülüyor, belki ıslık çalıyor. Sokağa çıkmadan önce karısını öpmüştür bile.
- Ma chére, demiştir, ben yürüyüşe çıkıyorum.
Karısının kılı bile kıpırdamamıştır.
-Peki, diye cevap vermiştir. Yalnız akşama yemeğe geç kalma.
Şimdi olsa, kadın hıçkırıklar içinde kocasının ayaklarına kapanır, dizlerine sarılır, sokağa çıkmaması için yalvarır ona; hiç olmazsa, önce karısının geçimini, geleceğini sağlamasını ister. Ama on altıncı yüzyıl bu. Kolay. Dırıltı filan yok. Adam kılıcını eline alıp havada şöyle bir sallıyor; sonra yemek vaktine kadar görünmüyor. Düelloya, kavgaya bulaşmak için bulunmaz bir fırsat."

2014-09-03

Kanada'ya dair III

Bu yazı biraz geç geldi, farkındayım. Geçtiğimiz dört ay boyunca oldukça yoğundum, zamanın nasıl geçtiğini bile anlamadım açıkçası. Tez ayağına bir şey yazamaz oldum. Aslında bu birinci bahane. İkincisi de son dört ayda kurduğum inanılmaz arkadaşlıklar. Milletle takılmaktan ayağımı kırıp bir oturamadım, dolayısıyla da yazamadım. Şimdi günahımı da çıkarttığıma göre yazmaya başlayabilirim.

Ders açısından rahat bir dönemdi. Üç ders aldım, üçü de birbirinden sıkıcıydı desem yeridir. İlki Thermal Physics denilen hep elektronikçilerin hem de fizikçilerin aldığı bir ders. Termodinamik konuları işleniyor. Bütün döneme yaydıklarından konuları oldukça rahat geçiyor. İTÜ’deki gibi termodinamikle istatistiksel mekaniği bir araya sıkıştırmıyorlar ki iyi de yapıyorlar StatMech’in rahat işlenmesi açısından. Tabi normal şartlarda bir öğrenci önce thermal fiziği alıyor, sonra StatMech’i alıyor; dolayısıyla benim yaşadığım sıkılmaları ve bunalmaları yaşamıyor. Ben ters olduğum için-