2015-07-09

İTÜ Fen Edebiyat Fakülte birinciliği konuşmam


Birazdan fazla heyecanlıydım, zaten bu tarz konuşmalar beni hep geriyor ama yine de iyi geçti. Metni hiç değiştirmeden paylaşıyorum:


Sayın dekan ve dekan yardımcıları, sevgili arkadaşlarım ve aileleri, değerli hocalarım ve İstanbul Teknik Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi’nin işleyişinde emeği olan tüm çalışanları,

ben İTÜ’nün bir parçası olalı neredeyse beş yıl oldu. Hiçbir zaman okulumla ilişkim ortalama bir öğrenci-okul ilişkisinden beklenildiği gibi olmadı, çünkü hiçbir zaman okuduğum okulları sadece ders aldığım bir yer olarak görmedim. Okulla gerçek bir etkileşim, sadece dersin alınıp verildiği tek yönlü ve renkten uzak bir iletişime indirgenemez. Kütüphanesinde sabahladığım da oldu, saatlerce öğrenci kulüplerinde takılmışlığım da. Bazen kızdım, bazen çok sevindim. Özellikle bir çift ana dal öğrencisi olarak, ders alma süreçleri hep ayrı bir macera oldu. Çok kez planlar yaptım, çok kez planlar bozdum. Belki çok sorun yarattım, ama sorunlarımı da kimsenin başına bırakmadım ve kendim çözmek için uğraştım. İTÜ’de sorun çözmek günlük hayatın bir sıradanı aslında. Ders dışı edindiğim en önemli hayat pratiklerinden biri, ve aynı zamanda hayatta kalmanın en önemli koşullarından biri, etkileşime girmek ve sorunu çözmek. Bütün hafta yetmezmiş gibi, haftasonu da okula geldim çoğu kez. Son beş yılda İstanbul’da yaz, asla İTÜ’süz olmadı benim için. Yüksek ihtimalle Türkiye’deki son günümde bile burada olacağım, vedalaşmak için.

Aslında soru veya sorun çözmek, çözüm için sistematik yöntemler geliştirmek, analiz etmek etraflıca öğrendiğimiz eylemler bu okulda. Peki ya soru çözmenin öncülü olan eylem, yani soru sormak? 
Geçtiğimiz yılı İTÜ’nün değişim programı yoluyla Kanada’da Waterloo Üniversitesi’nde geçirdim. Burada ve orada aldığım eğitimleri karşılaştırma imkanım oldu. Burada öğrendiğimiz teknik, bilgi ve bir soruya nasıl saldırmak gerektiği eşsiz kabiliyetler şüphesiz, fakat buradaki derslerde göremeyip Kanada’da gözlemlediğim çok önemli bir fark vardı: soru sormak. Sorularının ne kadar aptalca olduğunu dert etmeden soru soruyorlardı. Eğer aldıkları cevabı anlamamışlarsa, bir daha soruyorlardı. Hala anlamamışlarsa, bir kez daha. Belki mühendislik bir soruya en uygun cevabı bulma sanatı olabilir, ama bilim her şeyin başında bir soru sorma sanatı. Evet, soru sormak bilmediğimizi gösterir. Bazen sorunun aptallığı o konunun üzerine hiç de düşünmediğimizi ele verir, ya da düşünsek de hala yeterince emin olamadığımızı. Ama zaten bilim de bilmediklerimizi keşfetme sanatı değil mi? Feynman diyor ki, “bilimsel bilginin farklı kesinlik dereceleri vardır, bazılarından hiç emin olmayız, bazılarından yaklaşık olarak eminizdir ama tamamen emin olduğumuz hiçbir bilimsel bilgi yoktur.” Üniversite yıllarımda öğrendiğim en önemli şeylerden biri, dürüstçe anlamadım, bilmiyorum, diyebilmek, duyduğum kuşkuyu soru sorarak tartışmaya açabilmek. Bilimsel araştırma her zaman bir soruyla başlar, neden elektronlar ışıma yaparak atom çekirdeğine düşmez? Referans sistemine göre değişmeyen zaman mıdır? Işık sadece bir çeşit dalga mıdır? Eylemsizlik kütlesi ile yerçekimsel kütle eşit midir?, ve bunun gibi. Bazen yanıtı bulmak bir ömür sürer, ya da birkaç ömür; ama yine de soruyu formüle ve ifade etmek çok değerlidir.

“Çürütülemezlik çoğu insanın düşündüğü gibi bir teorinin güçlü olduğunu değil, güçsüz olduğunu gösterir. Bir teoriyi gerçekten test etmek onu yanlışlamak ve çürütmek için bir girişimdir.” Bu sözler Karl Popper’ın sözleri. İnsanlar, bilim insanı olarak doğmazlar. Aksine hayatta kalabilmek ve türün devamlılığını sağlayabilmek adına inanışlarla şekillenecek olan bir beyinle doğarlar. Beynimiz yanlışlamaya değil, doğrulamaya, onaylamaya ve sonunda da inanmaya meyillidir. Ama ne yazık ki inanmak, bilmek anlamına gelmez. Dolayısıyla inanış yerine bilgi üretmek, önceliği her şeyden önce var olmak olan beyinlerimizle çok da kolay bir süreç değil. Pür dikkat, taş gibi sabır ister, utanmadan bütün hayatınızı ister, var olan tüm zamanınızı, ama belki de en önemlisi hayat boyu kendinizle savaşın, ister. Argümanlarınızı, tezlerinizi ve teorilerinizi kurarken bir yandan da çürütmeye çalışırsınız. Kendi eserini hiç acımadan boğazlarken aynı anda tüm darbelere rağmen hayatta kalabilmesi için endişeli gözlerle bakar, bilim insanı. Dolayısıyla, bilim insanları bilimi nasıl yönlendiriyorsa, bilim de bilim insanını öyle şekillendirir. Hayat ön yargıdan daha bağımsız, daha açık fikirli, daha şüpheci ve bir o kadar da Anka kuşu gibi kendi küllerinden doğan argümanlarla dolu olur.


Çok yakında fizikte doktoraya başlayacağım. Belki de bütün hayatımı doğru soruları sormaya ve kendimi yanlışlayarak cevabı aramaya adayacağım. Alabildiğine aptal sorular soracağıma söz veriyorum. Kim bilir belki de bir gün hiç sorulmamış bir soruya rastlarım. 
Başta ailem olmak üzere, üniversite hayatımı eğlenceli kılan arkadaşlarıma ve bana doğru soruyu sormanın değerini gösteren tüm hocalarıma teşekkür ederim. Son olarak, Carl Sagan’ın dediği gibi, “inanmak istemiyorum, bilmek istiyorum.”

2015-05-23

lisans sona ererken - I

Bugün son lisans finalimi verdim. Masamın üzeri epey bir kitap birikmiş. Yorgun argın eve gelince masaya şöyle bir baktım. Şimdi bu kitabı nereye koysam diye düşünmeden edemedim. Kütüphaneye geri koymak, bilmiyorum neden, bir garip geldi. Belki de arayışın hiç bitmemesiyle ilgili bu. Hayatımda dönüm noktası olarak adlandırılabilecek ne biterse bitsin hiçbir zaman bir şeyler gerçekten bitmiş gibi hissedemedim. Çünkü öğrenmek ve keşfetmek aslında hiç bitmiyor. Biten tek şey ise zaman.

Dönem yoğun geçti, genellikle tez çalışmamdan ötürü. Tez yazımını sona bırakınca da başa bela oluyormuş cidden. İki tez yazdım, ikisinde de farklı şeyler tecrübe ettim. İlkinde (Kanada'da yaptığım EHB bitirmemde) çalışmaya başladığımdan itibaren düzenli olarak yazmıştım ve sona çok az konu kalmıştı. Dolayısıyla düzeltmeler dahil her şey vaktinde sonlanmıştı. Bu sefer (fizik bitirmem) araştırmanın kendisi çok daha heyecanlıydı ve yazmak geri planda kaldı. Öyle olunca son ana sıkışmış bir tez oldu biraz. Tabi ki de yolu henüz bitirmemiş arkadaşlara ilkini öneriyorum. Daha az stresli. Ancak elbette gerçek bir araştırma genelde düşündüğünüzden öte bir zaman alabiliyor, problemler çıkabiliyor, adım adım çözmeniz gerekiyor. Her şeyin ötesinde tecrübesiz lisans öğrencileri olarak genelde tez araştırmasını yapmadan önce bir de tez konusunu öğrenmek gerekiyor. Tüm yoruculuğuna rağmen süreç güzel.

Tez dönemine mümkün olduğunca az ders bırakmak gerek. Özellikle de tezinizden bir makale çıkacaksa, çünkü makale yazımı da bir hayli zaman alıyor. Ne yazık ki yazdım bitti'lerle bitmiyor makale denilen meret. Genelde onlarca kez siz ve danışmanınız arasında gidip geliyor makale metni.

Geçiş dönemleri sancılı. Bu sene kaldırması zor bir yıldı. Nedeni de gelecek planları ve kararları. İlk dönemim alternatif planlar yapmakla, ikinci dönem de planlardan birini seçmekle epey vakit harcadığımı söyleyebilirim. PhD alanım belirli, konum ise hemen hemen belirli ve sanıyorum ilk senemin sonunda tamamen belirlenmiş olacak. University of Michigan'da fizik doktorası yapıyor olacağım. Ann Arbor gibi küçük bir öğrenci şehrinde üniversite kampüsü. Waterloo'ya da çok yakın ve dolayısıyla iklim benzerliği var. Kısacası kışları ağır geçecek gibi duruyor ama her mevsimde ayrı bir doğa güzelliği olan bir memleket. Artık Lisans Günlüğü üzerinden paylaşamayacağım tabii, fakat farklı bir platformdan Ann Arbor'da ve Amerika'da yaşamdan elbette bahsedeceğim. 4-5 yıl yaşadığım yer hakkında yazmadan geçmez.

Şimdi bu kitaplarla ilgilenmem lazım. Bitiriş yazıları devam edecek.

2015-05-16

"gene de doyumsuz"


"Böylesi bir kişiyi ne kadar süre taşıyabileceksin. Hiç doyumsuz. Seni yoruyor. Karşılıklı yoruyorsunuz birbirinizi. Ben onu tüm kentlerde dolaştırdım. Gölcüğün Bozdağlarından, mavi küçük gölünden, dağlar gerisinde kendisini kaybetmek isteyen sinirli ninesinin yanından aldım, yaşamın en derin gecelerine, en uzak kentlerine, en genç insanların sevgilerine, en erken sabahlarına getirdim. Gene de doyumsuz." - Tezer Özlü.

 Doğayı anlamaya çalışmak da işte böyle doyumsuz bir duygu. Siz ne kadar verirseniz verin, o hep daha fazlasını ister. Tüm hayatınızı kaplar, size bir yaşam stili diker. Siz de gıkınızı çıkartmadan giyersiniz. Doğayı anlamanın bir sınırı yok. Siz onu tüketemezsiniz, o sizi tüketir. Ve bunu bile bile yine de ona karşı koyamazsınız. Yoksa hayatı boyunca keman çalmış, bilimi kadar yaptığı felsefeyle ve politikadan toplum yapısına kadar çeşitli konular üzerine yazılarıyla da tanınmış Einstein, üstelik fiziğe en büyük katkılarından sonra neden hayatının geri kalanını kuvvetlerin birleştirilmesi çabasına adamıştır ki?

Öldüğü zaman masası şu şekildeymiş:



Fotoğraflar: Ralph Morse, LIFE dergisi.(http://time.com/3494553/the-day-albert-einstein-died-a-photographers-story/)


Belli ki keşfedecek daha çok şey varmış. İnsan uzaktan o karayı seçmesin, o karaya ayak basmamasının imkanı var mı? Elbet bir gün biri ayak basar. Bilimi bir ödüller silsilesi gibi görenler, kimse bilinmemiş ve yaşanmamış kıtalara yolunda ya da ucunda olacak ölüme rağmen bir ödül için gitmez. O yolculuklara sadece doyumsuz bilinçler çıkar.

İçimdeki doyumsuzluk 16 mayıs 2015'e not olsun.

2015-02-22

Lisans Günlüğü'nden duyuru

Şaka değil, Lisans Günlüğü 4 yaşını dolduruyor bu sene. Ben de anlaşıldığı üzere İTÜ'den mezun oluyorum. Lisans hayatımın son dönemi. Söylemesi zor.

Bugün dönüp yazdığım ilk postlara baktığımda bambaşka bir Ceren görüyorum karşımda. Zaten bu bloğun tam olarak amacı buydu. Benimle değişmek ve yaşamımın önemli bir zamanına tanıklık etmek. Lisans Günlüğü'nü bırakmak istemiyorum, fakat konsepti gereği bırakmak ve yeni bir blog konsepti oluşturmam gerekiyor. Bir süredir de bunun üzerine çalışıyorum.

Elbette bu Lisans Günlüğü'nde kepenkleri kapatıp gitmek anlamına gelmiyor. Aklımda Lisans Günlüğü'nü yeni yazarlara açmak gibi bir plan var. Öncelikle yeni yazarların da lisans öğrencisi olması gerekiyor. Sanırım iki önemli işleve sahip olmalılar: yaşamayı sevmek ve yaşadıklarını anlatmaktan zevk almak.

Bir sayı kısıtı yok. Sadece yazacak arkadaşların farklı alanlarda ve okullarda olmalarına özen göstereceğim. En nihayetinde Lisans Günlüğü okullarımızdaki sorunlarımız dahil her şeyi anlatabildiğimiz bir yer. Bloğu TİB'e kapattırmayın yeter, artık çok mümkün böyle şeyler :) Tek ricam: Kişi, kurum, kuruluş, şirket, ülke, devlet, etnik köken, din propagandası yapmadığınız sürece her şeyden dem vurmak serbest bu sanal topraklarda. Lisans Günlüğü hiçbir otoriteyi ve onunla gelen hükmetme gücünü kabul etmiyor, en azından kendi sınırları içinde.
Bir düşünceye sahip olup onu tartışmak ile propaganda yapmak arasındaki bariz çizgiyi vurgulamadan da geçmeyeyim ilgili arkadaşlar için.

Burada yazacağım son yazı elbette en hüzünlü yazım olacak :p ama henüz o zamanın gelmesine birkaç ay daha var. Sanıyorum haziran gibi Lisans Günlüğü'nü yeni nesle devredeceğim. Yazmak isteyen ve kafasında sorular olan arkadaşlar, bu zamana kadar bana e-mail adresimden ulaşabilirler.
cerenburcak[at]gmail.com.


2015-01-31

the last post of my interrail adventure: Muenchen and Prague

Despite of this gloomy feeling dominant in my mood nowadays, I shouldn't skip these blog posts and write about Munich and Prague in my interrail adventure. So here it comes:

Well, one of the most important things that I did in Munich was meeting one of my old friends, Ekin. We spent some time together, got my first Munich walking tour and dinner with him. 

Ohm's statue:


Got my first weiss bier here in this city:

2015-01-22

Innsbruck: tiny tiny city around Alps!

Well in fact its population is only around 120,000! So I am a bit right in saying 'tiny tiny'!



Innsbruck is such a beautiful Alpine city, not a crowded one. It is indeed fascinating to see Alps with piles of snows from your street. We stayed here for two days. First day we climbed up the mountain. Well, we at least hiked till some point and took a cable car to the top of the mountain.

a post from past: about lausanne and zurich

Heading for the last destination of my adventure, to Prague! I have been a bit away from blogging recently, gonna make up hopefully. Well, now I am in a bus, not in a train. My interrail pass apparently is also valid in buses from Munich to Prague. Past couple of days passed pretty quickly in fact. I was in Lausanne for a day. So I took a stroll around Lausanne, which is indeed a compact and cute city.


2015-01-05

Bon Voyagé!


I have many things to tell. But first things first. This post is being written in the train trip from Lyon Part Dieu to Geneve. Last three days were unbelievably intense. I spent almost whole friday to travel from Turin to Marseille. It was tiring as you can imagine. Just to prove: Our last moments in the train with Chiara:




2015-01-02

monastery visit and Turin city center

Third day of my interrail was the last year of the year!
We first attended a new year's dinner at Chiara's friend, where I tasted one more different italian dinner. Then we spent the whole night in Jazz Club Torino. Chiara's sister was dancing swing there. So I learned a bit swing, which was enough to motivate me to enroll to a class in swing for next term for sure! Such a dynamic dance! What was strange about this night was encountering with some Turkish people in Jazz Club Torino. Apparently, the trompeter in the orchestra was Turkish and he was there with his Turkish friends. As always, Turkish detected.

One day later was more interesting. We went to Monastery Bose. I had never seen a monastery before, so it was quite an interesting experience for me. Here some pictures:

The church of the monastery: