2011-09-25

debdebe

Oldukça bürokratik geçen bir haftadan sonra tekrar buradayım. Biraz parçalanmış, dökülmüş ve bezmiş halde olsam da hala yaşıyorum.

Çoğu liseli üniversiteye başlamadan önce kafasında çap/double hayalleriyle başlar. Bunu gözlemlerimden biliyorum. Demek istediğim o ki, yapmayın. Bu konularda hayal kurmayın. Zamanınızı boşa harcıyorsunuz. Hatta çoğu ilk sınıf öğrencisi de ortalama yüksek gidiyorsa kafasında çap hayalini kurar. Her şey mükemmeldir o hayalde. Dersler hiç problem olmadan programa oturur, [zamanları kafada belirlenen dersler!] kişi öyle bir ders izlencesi çıkartır ki gerçekten iki bölüm dört senede bitebilecek sanır. 

Özellikle de büyük bir okulda okuyorsanız [populasyon anlamında büyüklükten bahsediyorum], ders programlarıyla ilgili kafanızda en ufak bir şey kurmayın. Önce bırakın "gerçek" ders programları bir açıklansın. Bir görün bakın iki ayrı fakültenin ders programları nasıl çakışıyor ve sizin zorunlu dersinizi almanız için bin dereden su getirmeniz gerektiğini anlayın. Ders zamanlarını değiştirmeniz gerekecek, bu herkese uymayacak, herkese uyan bir program yapılmaya çalışılacak. Bu program bölüm başkanlıklarından onay alacak. Bir de tabii sonra üniversitenin genel ders seçme kurumuna yönlenecek.

Sonra siz buralarda uğraşırken işini yapmayan insanlarla karşılaşacaksınız, daha bir deli olacaksınız. Nasıl mı? Şöyle, iki bölüm okuyan bir öğrenci olarak okulda bürokratik işlemlerde önceliğim var. Bunun için kontenjanı dolmuş bir ders programıma uyuyorsa ve başka ihtimal yoksa derse kayıt olabiliyorum. Ama her nedense konuyla ilgilenen kişiler benden öncelikle ikinci ana dalımın danışmanından yazılı belge istiyorlar. Hoca neden böyle bir belge istediklerini sorgulasa da belgeyi imzalayıp veriyor. Ben bununla otomasyona gidiyorum ve ders kayıtlarıyla ilgilenen bayana yönlendiriliyorum. Bayan belgeye bakıyor ve kontenjan dolmuşsa bir şey yapamam diyor. Konuyla ilgili ilk tecrübem olduğu için üstelemiyorum. Bir sonraki gün bir daha gidiyorum. Bayanın üstündeki kişiyi bulup durumu ona anlatıyorum. Bana benim gönderdiğimi söyle diyor. Gidiyorum aynen söylüyorum, o tembel bayanımız tıpış tıpış kontenjanı dolmuş derse beni yerleştiriyor.

Ben diyorum, devlet üniversitelerini batıranlar memurlar. Ne idüğü belirsiz adamı devlet gelip üniversiteye sokarsa olacağı budur. Ne halimizden anlıyorlar ne doğru düzgün iş yapıyorlar. Ha kimi var, anlayışlı oluyor. Fakat bu durum üniversiteye yakışmayan insanların üniversitede çalıştığı gerçeğini değiştirmiyor.

Böyle birkaç stresli günden sonra sonunda kitaplarıma gömülebildim. Dönemin birkaç baş tacı kitabı var. Hepsinin resmini şu an için koyamıyorum. Ama aşağıdaki seçme sizin için. Siz de üniversitede üçüncü yarı yılınızı okuyorsanız, belki size de yardımcı olurlar.




2011-09-17

romana dalıp çıkmak

Feynman diyor ki,
"As you all appreciate, science creates a power through its knowledge, a power to do things: You are able to do things after you know something scientifically. But the science does not give instructions with this power as to how to do good against how to do evil. Let us put it a very simple way: There are no instructions along with the power, and the question of applying the science or not is essentially the problem of organizing the applications in a way that doesn't do too much harm and does as much good as possible. But, of course, sometimes people in science try to say it is not their responsibility, because the application is just the power to do; it is independent of what you do with it. But it certainly is in some sense true that to create for mankind the power to control this is good, probably, in spite of the difficulties that he has in trying to figure out how to control the power to do himself good rather than evil."
İşte bu güç ve gücün kuralsızlığı beni cezbediyor, yazılarıma yön veriyor. Sıradaki pasaj şu sıralar üzerinde çalıştığım romandan geliyor. İyi okumalar.


Her şey ‘dolanık’ olduğumu anlamalarıyla başladı…

1.

“ateş kırmızısı duvarlar, turuncu perdeler, tahta rengi ve ciddiyet kokan köşeli mobilyalar ve loş bir ışık…”

İkna edici renkler kullanıyorlar, demiştim. Ve loş ışık – muhakkak ki onlara açılmamı istiyorlar.– 2009 Nisan, “Oda Planlaması İnsan Psikolojisini Nasıl Etkiler?”1 adlı bir çalışma ilk defa bunu ortaya koymuştu; demiştim kendi kendime, parlak ve karşıt renklerle bezenmiş odaya girerken, kanımdaki adrenalinle.
Hiç tereddüt etmemişlerdi:

“ – Siz bir ‘dolanık’sınız.”
“ – Evet.”

Kare kare canlanıyor aklımda şimdi o anlar… Bir süreklilik yok, olamaz; çünkü doğa da süreksiz değil midir? Böyle demişti, Max Planck: “Natura facit”.
Devam etmeme izin vermediler. Seslerindeki kararlı ve ikna edici renk ahengini görmüştüm…  Siyah fona atılmış sarı fırça darbeleri…

“ – Ne yapmamız gerektiğini biliyorsunuz. Bunu zorla yapmak yasalara aykırı; ancak…”

Siyaha boyanmış buz kütleleri geçti gözlerimin önünden.

“ – …bildiğiniz üzere hocam,-
-Benden, ‘İnsan Enerjisi Projesi’nde çalışmamı istiyorsunuz.”

Ses tonu iknânın sarılığından, şaşkınlığın pembeliğine kayan kadın, önüne düşen kafasını kaldırdı ve tehlike kokan gözlerle, gözlerime baktı. Kulağımı çınlatan sessizlikte tükürüğünü yutmaya çalıştı ve gözlerini kırpıştırarak onayımı bekleyen bir ifade ile…

“ – Böyle bir şey mi?.. Yani, dolanık olmak, demek istiyorum.”

Parçacıklarına susmalarını söyledim. Bir anda yüzünü buruşturdu ve…

“ – Hocam, kusuruma bakmayın; ama susmam gerektiğini hissediyorum.”
“ – İşte, böyle bir şey…”

2011-09-08

değişmesini beklemeyin, siz değiştirin!

itü'ye ilk geldiğim sıralar itü'nün yapısına alışmaya çalışıyordum. Aslında çalışmıyordum. Yapısına alışmaya direniyordum. İyi ki de yapmışım. Küçüklükten yanlışı gördüğü anda söyleyen bir karakter olarak yetiştirildim. Kafama yatmayan bir durum gördüm mü beni rahatsız etmeye başlar.

Beş yılınızı geçirdiğiniz ve sistemini tanıdığınız, elinizden geldiğince değişiklikler yaptığınız bir okuldan çıkıp hiç tanımadığınız bir okula geliyorsunuz. Elime bu yadırgamayı yaşamayacağım bir fırsat da verilmişti üstelik; lisemin üniversitesine devam edebilirdim. Vakfı tanıyorum, hocaların adlarının geçtiği sohbetlerde bulunmuşum falan filan, hatta birçok hocayla da tanışmışım! Hayır farklı yerleri denemeliyim, alışık olmadığım ortamlara adapte olup olamayacağımı test etmeliyim, dedim ve itü hayatıma böyle girdi. Bu okula bu bilinçle gelmeme karşın çok zor anlar yaşadım.

2010 güzüydü. Işık Okulları Taksim İstiklal'de Cumhuriyet Bayramı anısına yürüyüş düzenledi. Bundan haberi olan ben de elbette ön sıralarda yerimi aldım, elimde bayrak. O gün orada görüş açımı bir anda olması gerektiği yere çeviren önemli bir anı kaydettim. Lisemin eski hocalarından Ergun Hoca'yla konuşurken itü'den memnuniyetsizliğimi dile getirdiğimde hocam bana kendim hakkımda o sırada hiçe saydığım önemli bir özelliğimi hatırlattı. Dedi ki, Ceren itü seni değiştirmesin, sen itü'yü değiştir.

Sanırım her hoca onun gibi olabilmelidir; çünkü bu söz bana o anın üzerinden aylar geçse de hala destek oluyor, ben kendimi itü'nün telaşlı kalabalığı içinde kaybettikçe kendimi bana hatırlatıyor. Ondan sonra kaçmaktan vazgeçtim. Başka bir üniversiteye, hayatımı üzerine kurduğum bölüme, yurt dışına ve daha nicesine kaçmaktan vazgeçtim. Bu süre içerisine tek eksikliğin itü'de olmadığını, itü'de olduğu kadar diğer üniversitelerin de problemli olduklarını fark ettim. Bu bir avantaj-dezavantaj meselesiydi. Üniversitelere artı ve eksileriyle bir şekilde birbirlerini dengeliyordu.

İnsan soğukkanlılığını koruyunca daha aklı selimle düşünüyor. Ben de geleceğim hakkında ettiğim telaşları bir kenara bırakıp itü'nün etinden sütünden nasıl faydalanırım, bir yandan da nasıl gözümde gördüğüm eksileri düzeltmeye çalışabilirim diye düşünmeye başladım. itü'ye ısınma süreci böyle başladı.

Neden tüm bunları anlatıyorum? Dün başımdan bir olay geçti. İşin iç yüzünü bilmediğimde beni üzen ama neler olup bittiğini anladığımda beni ilginç bir şekilde mutlu hissettiren bir olay.
itü çap yönetmeliğinde bazı üzerinde düşünülmesi gereken kurallar var. Bunlardan biri, başvuru yapabilmek için sınıfının yüzde yirmisi içinde olma zorunluluğu. Benim sınıfım 7 kişiden oluşuyor; çünkü hazırlığı geçebilen EHB'ciler sadece bu kadardı. Doğal olarak sınıfımın yüzde yirmisi içinde olabilmek için en kötü ihtimalle 1,4. olmam gerekiyor. Şimdi bunun nasıl bir problem olduğunu daha detaylı açacağım.

Aynı şekilde dün çap sonuçları açıklandı. Sonucu zaten bekliyordum. Daha farklı olabilmesinin imkanı yoktu. Çünkü okuldaki en yüksek ortalamaya sahiptim, ilk senemde aldığım kredi sayısı 45'i geçikti. Neden problem olsun ki? Nitekim sonuçlar açıklandı ve kazanmıştım. [Bu sonucu görmenin benim için ayrı bir önemi vardı. Ne yazık ki insanların bunu anlayabilmesi için bir sene içinde ne gibi düşünceler içinden geçtiğimi, ne gibi fırtınalara tutulduğumu ve daha nicesi beni etkileyen olaylar ve durumlar zincirini bilmesi gerekir. Ama siz sinekler hiç merak etmeyin, soktuğunuz yerlerde oluşturduğunuz yaralar çoktan kapandı ve ne yazık ki canımı acıtamıyorsunuz, artık.]
Garip sevincim çok fazla sürmedi. Hemen ardından rektörle görüştüğümde bana çap değerlendirme sürecinde çap'ımda bir problem çıktığını ve bu konuyla ilgili ona danıştıklarını söyledi. Ne olabilirdi ki? Başvurumda ne yanlıştı? Komisyon ne konuda başarısız bulabilirdi ki beni sadece transkriptime bakarak?!

Sonradan konuştuğumuzda ortaya çıktı ki, değerlendiren komisyon bu kurallardan birine takılmıştı. Sınıfımdaki bir arkadaşımla notlarımızın aynı olmasına rağmen kendisi benden daha fazla ders alıp aynı sürede daha fazla kredi topladığı için ben ikinci olarak gözüküyordum. Bu durumda ben sınıfımın yüzde yirmisinde değildim. Ne olacaktı? Beni kabul edecekler miydi?

Bunu böyle düşünmek yeterince salakça. Lafı uzatmadan devam edersek, rektör kendisine sorulduğunda böyle bir durumun söz konusu bile olamayacağını ve kuralın anlamsızlığını komisyona bildirmişti. Tabii bu durum gelip beni buldu. Şanssız mıyım? Aslında hayır. Çünkü her ne kadar sürecin bazı aşamaları üzücü olabilse de, benim yaşadığım bu durumdan dolayı çap yönetmeliğinin anlamsızlığı ortaya çıktı. Hocanın bana bildirdiğine göre yaşadıkları bu olay komisyonun ufkunu açmış durumdaymış; sınıfın bilmem kaçında olması gerektiği gibi bir kural bundan sonra yönetmelikte olmayacağı gibi, sanırım itü çift ana dal imkanını not ortalaması dışına çıkartacak. İkinci bir dalı da kaldırabileceğini düşünen her öğrenci istediği alandan çap isteyebilecek ve başarılı olduğu müddetçe çift ana dalına dokunulmayacak.

Bunlar sayılarla değerlendirmeye alışmış ülkemiz için önemli adımlar. Çap bu işin sadece bir kısmı. Bölümler arası geçişlerin kolaylaştırılması belki de çaptan daha önemli.

Uzun lafın kısası, ben şu anda Olympos'ta bütün yaz çalıştığım tatilin keyfini çıkartıyorum. Yaşadığım bazı olaylardan dolayı canım sıkkın değil, aksine itü'yü değiştirebildiğimi gördükçe seviniyorum. Nereye gidersem gideyim, bu böyle olacaktı. Nereye gidersem gideyim gözlerim eksikleri görecek ve üzerine gidecekti. Sözüm bu anlattıklarımı itü'yü yermede kullananlara. Sizin okullarınız da pek farklı değil.

Birileri problemlerin okul bazlı değil de eğitim teorisi ve sistemi bazlı olduğunu anladığında yaşadığımız bu yer değişecek. O zamana kadar değişen siz olur musunuz bilmem ama, değişmeyen ve değiştirenlerden biri ben olacağım.

herkese bol sorulu vakitler

2011-09-06

roman arkası empoze çalışmalar

Uydurmayı seviyorum. Yanlış anlamayın. Uydurmak sözcüğü ilginç bir şekilde içinizde uyandırdığı duyguyu hak eden bir sözcük değil. Çünkü uyum'dan daha da aşağı inersek uy-mak'tan geliyor. Yani?

Elinizde bir sisteminiz olduğunu düşünürseniz, sisteminize uygun hale ya da başka bir deyişle entegre edilebilir hale getirmeye çalıştığınız şeyleri bir anlamda uydurmuş oluyorsunuz. Sisteminize uydurma yaptınız. İşte bu yüzden uydurmayı seviyorum. Çünkü ben sistem yaratmayı seviyorum. Ve yaratmayı sevdiğim kadar yıkmayı da.

Kendimi hatırladığım her an uydururdum.

2011-09-05

CERNLand

Son zamanlarda bir projeden dolayı cyclotron ve synchrotron sistemlerini araştırıyordum. Parçacıklar nasıl hızlandırılıyorlar, enerji kaybının ışıma olarak ortaya çıkışı, bükülmüş magnetler, momentum ve enerji hesapları vs.  

CERN'in sitesini karıştırırken çok tatlı bir siteye rast geldim: cernland.
CernLand çocuklar için hazırlanmış bir site. Cern'i kısa pasajlarla ve şirin görsellerle tanıtıyorlar. Cern'le ilgili basit düzeyde oyunlar içeriyor. Çikolatalarla enerji toplayıp, enerjinizi sömürecek canavarlara değmemeye çalışıyorsunuz ki LHC turunu tamamlayabilesiniz.
Mikroçocukla proton, elektron ve nötronları uzayda toplamaya çalışıyorsunuz.
Ya da isterseniz videolar izleyebiliyorsunuz.

Ne yazık ki Türkçe seçeneği yok. Keşke olsaydı; ama siz yine de küçüklerinize önerin. Onlar bir yolunu bulup çözerler.