itü'ye ilk geldiğim sıralar itü'nün yapısına alışmaya çalışıyordum. Aslında çalışmıyordum. Yapısına alışmaya direniyordum. İyi ki de yapmışım. Küçüklükten yanlışı gördüğü anda söyleyen bir karakter olarak yetiştirildim. Kafama yatmayan bir durum gördüm mü beni rahatsız etmeye başlar.
Beş yılınızı geçirdiğiniz ve sistemini tanıdığınız, elinizden geldiğince değişiklikler yaptığınız bir okuldan çıkıp hiç tanımadığınız bir okula geliyorsunuz. Elime bu yadırgamayı yaşamayacağım bir fırsat da verilmişti üstelik; lisemin üniversitesine devam edebilirdim. Vakfı tanıyorum, hocaların adlarının geçtiği sohbetlerde bulunmuşum falan filan, hatta birçok hocayla da tanışmışım! Hayır farklı yerleri denemeliyim, alışık olmadığım ortamlara adapte olup olamayacağımı test etmeliyim, dedim ve itü hayatıma böyle girdi. Bu okula bu bilinçle gelmeme karşın çok zor anlar yaşadım.
2010 güzüydü. Işık Okulları Taksim İstiklal'de Cumhuriyet Bayramı anısına yürüyüş düzenledi. Bundan haberi olan ben de elbette ön sıralarda yerimi aldım, elimde bayrak. O gün orada görüş açımı bir anda olması gerektiği yere çeviren önemli bir anı kaydettim. Lisemin eski hocalarından Ergun Hoca'yla konuşurken itü'den memnuniyetsizliğimi dile getirdiğimde hocam bana kendim hakkımda o sırada hiçe saydığım önemli bir özelliğimi hatırlattı. Dedi ki, Ceren itü seni değiştirmesin, sen itü'yü değiştir.
Sanırım her hoca onun gibi olabilmelidir; çünkü bu söz bana o anın üzerinden aylar geçse de hala destek oluyor, ben kendimi itü'nün telaşlı kalabalığı içinde kaybettikçe kendimi bana hatırlatıyor. Ondan sonra kaçmaktan vazgeçtim. Başka bir üniversiteye, hayatımı üzerine kurduğum bölüme, yurt dışına ve daha nicesine kaçmaktan vazgeçtim. Bu süre içerisine tek eksikliğin itü'de olmadığını, itü'de olduğu kadar diğer üniversitelerin de problemli olduklarını fark ettim. Bu bir avantaj-dezavantaj meselesiydi. Üniversitelere artı ve eksileriyle bir şekilde birbirlerini dengeliyordu.
İnsan soğukkanlılığını koruyunca daha aklı selimle düşünüyor. Ben de geleceğim hakkında ettiğim telaşları bir kenara bırakıp itü'nün etinden sütünden nasıl faydalanırım, bir yandan da nasıl gözümde gördüğüm eksileri düzeltmeye çalışabilirim diye düşünmeye başladım. itü'ye ısınma süreci böyle başladı.
Neden tüm bunları anlatıyorum? Dün başımdan bir olay geçti. İşin iç yüzünü bilmediğimde beni üzen ama neler olup bittiğini anladığımda beni ilginç bir şekilde mutlu hissettiren bir olay.
itü çap yönetmeliğinde bazı üzerinde düşünülmesi gereken kurallar var. Bunlardan biri, başvuru yapabilmek için sınıfının yüzde yirmisi içinde olma zorunluluğu. Benim sınıfım 7 kişiden oluşuyor; çünkü hazırlığı geçebilen EHB'ciler sadece bu kadardı. Doğal olarak sınıfımın yüzde yirmisi içinde olabilmek için en kötü ihtimalle 1,4. olmam gerekiyor. Şimdi bunun nasıl bir problem olduğunu daha detaylı açacağım.
Aynı şekilde dün çap sonuçları açıklandı. Sonucu zaten bekliyordum. Daha farklı olabilmesinin imkanı yoktu. Çünkü okuldaki en yüksek ortalamaya sahiptim, ilk senemde aldığım kredi sayısı 45'i geçikti. Neden problem olsun ki? Nitekim sonuçlar açıklandı ve kazanmıştım. [Bu sonucu görmenin benim için ayrı bir önemi vardı. Ne yazık ki insanların bunu anlayabilmesi için bir sene içinde ne gibi düşünceler içinden geçtiğimi, ne gibi fırtınalara tutulduğumu ve daha nicesi beni etkileyen olaylar ve durumlar zincirini bilmesi gerekir. Ama siz sinekler hiç merak etmeyin, soktuğunuz yerlerde oluşturduğunuz yaralar çoktan kapandı ve ne yazık ki canımı acıtamıyorsunuz, artık.]
Garip sevincim çok fazla sürmedi. Hemen ardından rektörle görüştüğümde bana çap değerlendirme sürecinde çap'ımda bir problem çıktığını ve bu konuyla ilgili ona danıştıklarını söyledi. Ne olabilirdi ki? Başvurumda ne yanlıştı? Komisyon ne konuda başarısız bulabilirdi ki beni sadece transkriptime bakarak?!
Sonradan konuştuğumuzda ortaya çıktı ki, değerlendiren komisyon bu kurallardan birine takılmıştı. Sınıfımdaki bir arkadaşımla notlarımızın aynı olmasına rağmen kendisi benden daha fazla ders alıp aynı sürede daha fazla kredi topladığı için ben ikinci olarak gözüküyordum. Bu durumda ben sınıfımın yüzde yirmisinde değildim. Ne olacaktı? Beni kabul edecekler miydi?
Bunu böyle düşünmek yeterince salakça. Lafı uzatmadan devam edersek, rektör kendisine sorulduğunda böyle bir durumun söz konusu bile olamayacağını ve kuralın anlamsızlığını komisyona bildirmişti. Tabii bu durum gelip beni buldu. Şanssız mıyım? Aslında hayır. Çünkü her ne kadar sürecin bazı aşamaları üzücü olabilse de, benim yaşadığım bu durumdan dolayı çap yönetmeliğinin anlamsızlığı ortaya çıktı. Hocanın bana bildirdiğine göre yaşadıkları bu olay komisyonun ufkunu açmış durumdaymış; sınıfın bilmem kaçında olması gerektiği gibi bir kural bundan sonra yönetmelikte olmayacağı gibi, sanırım itü çift ana dal imkanını not ortalaması dışına çıkartacak. İkinci bir dalı da kaldırabileceğini düşünen her öğrenci istediği alandan çap isteyebilecek ve başarılı olduğu müddetçe çift ana dalına dokunulmayacak.
Bunlar sayılarla değerlendirmeye alışmış ülkemiz için önemli adımlar. Çap bu işin sadece bir kısmı. Bölümler arası geçişlerin kolaylaştırılması belki de çaptan daha önemli.
Uzun lafın kısası, ben şu anda Olympos'ta bütün yaz çalıştığım tatilin keyfini çıkartıyorum. Yaşadığım bazı olaylardan dolayı canım sıkkın değil, aksine itü'yü değiştirebildiğimi gördükçe seviniyorum. Nereye gidersem gideyim, bu böyle olacaktı. Nereye gidersem gideyim gözlerim eksikleri görecek ve üzerine gidecekti. Sözüm bu anlattıklarımı itü'yü yermede kullananlara. Sizin okullarınız da pek farklı değil.
Birileri problemlerin okul bazlı değil de eğitim teorisi ve sistemi bazlı olduğunu anladığında yaşadığımız bu yer değişecek. O zamana kadar değişen siz olur musunuz bilmem ama, değişmeyen ve değiştirenlerden biri ben olacağım.
herkese bol sorulu vakitler
Bir sorum olacak. Ben 18 yaşındayım(Lise sondayım). Fizik tam anlamıyla benim tutkum. 2 sene üst üste liseler arası fizik olimpiyatında 1.lik kazandırdım okuluma. Ben ana dal olarak Fizik(Teorik Fizikle ilgileniyorum. Çap olarak da Moleküler Biyoloji Ve Genetik seçmek istiyorum. Sence benim için en iyisi Boğaziçi mi, İTÜ mü, Bilkent(Bilkent olursa en az %50 burslu kazanmak zorundayım) mi olur?
YanıtlaSilMerhabalar,
YanıtlaSilBoun, ODTÜ, İTÜ, Bilkent, Koç vs. hepsinin uzmanlaştığı farklı alanlar var. İlgilendiğin okullardan hocalarla konuşmak, derslere girmek bir fikir verebilir. Lisans düzeyinde teorik-deneysel ayrışması olmuyor; fakat bu yıllarda merakına göre bir yöne kayabilirsin.
Her okulun farklı bir profili var; ancak lisans düzeyinde alınan eğitim hepsinde aynı. Hangisi senin için en iyi olur'a gelirsek, onu ancak sen belirleyebilirsin. Kendi tercihlerine göre araştırmalarını yapıp seçmelisin.
Kolay gelsin.
Yanıt yazdığın için teşekkürler. Ayrıca Stockholm'de ki yağmurdan elektrik enerjisi üretme projen ve ulusal felsefe olimpiyatlarındaki derecelerinden dolayı tebrikler.
YanıtlaSilAyrıca bir şey sormak istiyorum. Fizik okursa sıradanın çok daha üstünde olabilecekken neden Elektronik Haberleşme seçtin?
YanıtlaSilBen fizik okuyorum. Nasıl senin için fizik bir sevdaysa aynısı benim için de geçerli. Nasıl aklında çap için genetik varsa, benim de ikinci dalım bu alan. Neden dersen :) Ufkumu daha da açmak için. ve elektronik/haberleşme bu bölüme gelmeden önce benim zayıf noktamdı. Teknolojinin temeli bu alan üzerine oturuyor, etrafında gördüğüm teknolojinin temelinde evet fizik var ama üzerinde de elektrik/elektronik var. Benim amacım doğayı ve yaşadığım dünyayı daha iyi anlayabilmek, sistem kurabilmek. Bu yüzden fizik+elektronik/haberleşme :) Bu alanlardan istediğim diğer tüm alanlara kolumu bacağımı uzatabiliyorum. Teorik alana yönelecek de olsan laboratuvar tekniklerini bilmek önemlidir. Bazen sağlam deney düzenekleri kurmak için de teknolojiden yararlanmak gerekir, benim gözlemlediğim çoğunlukla gerekir. Dolayısıyla sağlam bir fizik bilgisinin yanına fikrimce çok şey eklemek şart, bu dönemde fark yapabilmek için.
YanıtlaSil