2012, Ekim
Değişime direnenler
oldu.
Beyaz gömlek giymiş, saçları düzgün bir şekilde tıraş
edilmiş ve mavi gözleri hafif dalgın bakan adam fısıldadı.
“Aslında Göz’lerin
nedeni bu.”
Etrafındaki kalabalıkta bir uğultu oluştu. Ona sadece bir
fısıltı gibi gelen sesi mikrofon sayesinde tüm salona yayılmıştı. Yalnız dört
kelimelik bilgi içeren ses sinyalleri dalgalar halinde her bir kulağa ulaşmış
ve aslında sadece şifrelenmiş bir hava basıncından ibaret olan bu mesaj
elektriksel bir darbe yoluyla her kafada sorulara neden olmuştu. Adamın gözleri
önüne düştü. Salonda biri ayağa fırladı.
-Bu bilgi bizden nasıl saklanmış olabilir yıllarca?
İmkansız!
Beyaz yakalı başka bir adam daha fırladı sandalyesinden.
-Yüz yıllardan bahsediyoruz, Devrim bey! Çoktan açığa
çıkması gerekmez miydi?
Hoparlörden mekanik bir ses herkese oturmasını söyledi,
salon biraz daha sessizleşti. Devrim şimdi sakinleşmiş ama hiçbir şekilde
tatmin olmamış salona bakarken yıllar önce tez hocasıyla konuştuğu kareler
geldi geçti aklından.
-Bu zor bir konu, Devrim.
Yaşlı adamın kırışık yüzündeki boncuk gözleri kısıldı.
-Emin misin?
-Eminim hocam. Oldukça da kararlıyım. Etrafımızda dolaşan
bu Göz’lerin ne olduğunu bulacağım.
Bulanık anılarından kafasını kaldırdığı vakit hala onu
neredeyse boğazlamak üzere olan insan kalabalığının ortasında olduğunu
hatırladı. Mikrofona eğildi.
-Kabul etmesi zor, biliyorum. MİT elektronik arşivlerine
varlığını göstermeyen bir algoritma ile gömülmüş bu bilgiyi bulduğumda ben de
sizin yaşadığınız karışık anlardan geçtim.
Salonda yine bir uğultu başladı. Ama Devrim bu sefer bu
işi bitirmekte kararlıydı. Sözcüklere bastırarak devam etti.
-Ama… Ama bilginin doğruluğu şüphe götürmez. Kodlama
Cumhuriyet’in ilk asrının stili ile yapılmış. Ayrıca daha önce kendini gizleyen
algoritmalarda hiç o tür bir kompleks yazım türüne rastlamadım. Bariz bir
şekilde ilk gizlenen algoritma ve bunu o dönemde yapabilecek tek kişi de… kodu
yazanın kendisi.
Bir adam bağırdı.
-Üstün Karaelmas!
Koltuklarda fısıltılar büyüdü. İki sıra ötesinde şık
giyimli bir bayan yanındaki adamın kulağına eğilmiş ve şaşkınlıkla gözleri
büyümüştü. “Büyük deha Karaelmas mı?”
Devrim acı bir şekilde gülümsedi.
-Evet, Karaelmas.
Kalabalıktan bir adam ayağa zıpladı resmen.
-Karaelmas kaynaştırma
yanlısıydı, o bir hümanistti! Bunu yapmış olamaz! Adını kullanmış olmalılar.
Hepimiz biliyoruz, hocanın bir sürü öğrencisi vardı! İnsaf! Değerlerimize bu
kadar kolay leke süremeyiz!
Devrim mikrofona eğildi, adamın cılız ve tiz sesi
Devrim’in sesi altında eridi.
-Elbet üç yüz elli sene öncesi hakkında ahkâm kesmek bize
düşmez, Semih bey. Fakat toplumumuzun üzerine oturduğu evrimsel anlayışı siz de
benim kadar iyi biliyorsunuz. Doğruluğu ispatlanan ve zamanla kabul edilen
araştırmalar, yerleşmiş ve artık sorgulanmayan değerlerimizden bilgisel anlamda
daha üstündür.
Devrim ellerinin titrediğini fark etti. Hiçbir zaman
karşılıklı tartışmaları sevmemişti. O bir bilim insanıydı, şimdi neden bir grup
siyasetçinin önünde rapor vermek zorundaydı ki? Devam etti.
-Biz toplum olarak değişimi büyük fedakârlıklar yaparak
anladık. Şimdi Göz’lerin sebebinin
bile değişim olduğunu bilirken
toplumsal değerlerimize atıfta bulunuyor olmanız bir hayli manidar. Bırakın
çalışmamı bilim ve zaman yargılasın, bir grup siyasetçi değil.
Devrim salondaki uğultuların her zamankinden daha yoğun olduğunu
hissetmişti ama duymamıştı. Gözleri bulanıklaştı, sesler kulaklarında uğuldadı
gece yarısı yanlışlıkla aralık kalmış bir pencereden sinsice giren bir rüzgâr
gibi. Rüyasında huzursuzca kıpırdanmasına neden olan bu uğultu tüm salonu
dolaşırken arkasındaki hologramda çekilmiş bazı üç boyutlu kareler gerçek
dünyaya yansıyordu. Havada süzülen gözler vardı karede. Mavi gözler, yeşil
gözler, kahve gözler… Elsiz, kolsuz, bacaksız, dudaksız gözler. Sade gözler.
Havada uçuşup duran gözler. Kimi üzgün, kimi kızgın, kimi anlamsız bakan
gözler. İnsanların bildiği ama yaklaşmaya cesaret edemediği, bir şehir masalına
gömmeye çalıştığı gözler vardı Türkiye sokaklarında. Yaklaşık üç yüz yıldır
fıldır fıldır dolaşan gözler vardı ortalıklarda.
Devrim’in yine canı sıkılmıştı.
-Siz ister inanın, ister inanmayın. Onlar insan. Onlar
değişime direnmiş ve bu yüzden zamanla silinmiş gitmiş insanlar. Değişime
direnebilen ne var, sayın halk temsilcileri? Söyleyin, ne var? Hiçbir şey. Bu Göz’ler bunun en büyük kanıtı. Onlar
atalarımız zamanında gözlemci olmayı seçmişler. Konuşmamışlar. Susmuşlar.
Gizlenmişler. Kara örtülerinin altına saklanmışlar. Bize, toplumdaşlarına
sadece gözlerini göstermeyi yeterli bulmuşlar. Kendilerini isteyerek bu
toplumdan soyutlamışlar. Hologramlara değil, fotoğraflara bakın. Açın bakın
eski İstanbul sokaklarına. O gördükleriniz Göz’lerin
nineleri.
Devrim tekrar ellerine baktı. Zangır zangır
titriyorlardı. Birkaç saniyedir durmadan adrenalin salgıladığını biliyordu,
böyle devam ederse bayılıp kalacağını hissetti. Salon sus pustu. İlk defa
uğultular canlanmamıştı.
-Büyük değişimden sonra… kara giysililer azaldı, azaldı
ve yok oldu. Tabii ki de sakladılar. Bir de çıkıp, değişime direnenler oldu, biz de aklımızca bu çözümü ürettik, mi
diyeceklerdi? Öldürmediler. Yo hayır, onlar gaddar değildi. Onlar ne caniydi ne
de cahildi. O adamların her biri değişime direnenlerin olacağını biliyordu.
Çünkü basit, değişime direnen her zaman olur. Değişim kendi yaratıcılarını bile
yer, siler, yok eder, önünde sonunda. Kan çıkmadı, ama beden kayboldu.
Karaelmas …varlıksızlık pelerininin
mucidiydi.
Devrim durakladı, gözleri anlamlı bir şekilde parıldadı,
gülümsedi. Salondaki sesler birbirine fısıldadı.
“O görünmezlik pelerini
değil miydi?”
-Bu büyük icattan ne bize ne de insanlığa bahsettiler.
Nitekim güçlü bir silah ve aldatıcı bir tehlikeydi. Aslında saydam bir örtüden
ibaretti. Ya da biz onu öyle görüyorduk. Görünmezlik pelerininin bin bir çeşidi
yapılmıştı o zamana kadar.
Devrim arkasındaki holograma döndü ve sunumu ilerletti.
Üç boyutlu ekranda iki boyutlu bir video belirdi ve video akmaya başladı. Kıvır
kıvır saçlarıyla ve büyük gözlüğüyle Karaelmas işte orada konuşuyordu. “Artık
Türkiye’nin de bir görünmezlik pelerini var…” Devrim videoyu durdurdu ve salona
döndü.
-Hepiniz biliyorsunuz bu ünlü sahneyi. Karaelmas’ın
gizlenen algoritmasında yazdığına göre aslında iki farklı pelerin üzerine
çalışmışlardı. Basına yaptığı açıklamada elindeki gerçekten sıradan bir
görünmezlik peleriniydi, yani tek yaptığı görünür ışığı pelerin etrafında
kırmaktı. Fakat asıl çalışma gizli bir devlet projesi olan varlıksızlık pelerini üzerineydi.
Devrim yüzlerce kez hayal ettiği, kafasında oynattığı
sahneye daldı yine. Karaelmas orada laboratuvarının başköşesinde durmuş,
endişeli yüzüyle iki öğrencisinin pelerinleri kutulara yerleştirmesini
izliyordu. Fısıldadı. “Sonumuz hayrola.” O sırada laboratuvara giren MİT
ajanları kutuları sessizce aldılar ve kafalarıyla profesöre selam verdiler. İki
öğrencisi masalarına dönerken arkasındaki ölçüm laboratuvarından çıkan
meslektaşı sessizce Karaelmas’a pelerinlerin karakterizasyon testlerinin olumlu
olduğunu söyledi. Ardından fısıldadı, “Arkasındaki fiziği hala tam anlamıyla
anlayabilmiş değilim, hocam. Ama pelerin objenin üzerinde ne kadar uzun süre
kalırsa objeyi o kadar etkili bir şekilde yok ediyor.” Karaelmas meslektaşına
döndü, “Bizim gerçekliğimizden siliyor Arif, onu yok etmiyor. Onu tahmin
edemediğimiz başka bir yere gönderiyor olmalı, belki de evrenin başka bir
katmanına, kim bilir? Teori hala zayıf.”
Devrim kendine geldi, ellerine baktı. Titremiyorlardı.
-Karaelmas’ın düştüğü nottan bariz şekilde anlayabiliriz
ki, yöneticilerin varlıksızlık pelerinini
gerçekten direnenlere karşı kullanmak için istediklerini biliyordu. Sanıyorum,
onun hiç tahmin edemediği ajanların direnenleri iki gerçeklik arasında
sıkıştırmalarıydı. Onlar ait oldukları gerçeklikten silindiklerini fark
etmiyorlar, onları zaten görünmez olmak istedikleri toplumdan soyutlayacak bir
pelerin giyiyorlardı-
…gözlerini örtmeyerek. Canlı kalıyor, ama varlıklarını
kaybediyorlardı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder