Kanada'ya geleli üç ayı geçti. Böylece kendi rekorumu da kırmış oldum. Uzun zamandır aklımda biriktirdiğim bazı şeylerden bahsedeceğim.
Exchange yapma isteğimin altındaki en büyük neden aslında TR'deki yüksek öğretimle yurt dışındaki öğretimi karşılaştırmaktı. Daha özel olarak, İTÜ'deki eğitimle yurt dışındaki iyi bir okuldaki eğitimi karşılaştırmaktı. Şu anda bulunduğum okul - UWaterloo - mühendislik alanında dünya sıralamasında ilk 50'de, genel olarak temel bilimlerde ise 100-200 bandında. Okulda beni ilgilendiren iki önemli enstitü var. Biri, IQC - Institute for Quantum Computing - kuantum hesaplamaya dair her türlü konuda çalışan gruplardan oluşuyor. Beklenildiği üzere disiplinler arası bir enstitü. Fizikçiler kadar matematikçiler ve mühendisler de çalışıyor bu enstitüde. Diğeri ise Perimeter teorik fizik enstitüsü. Adından da belli olacağı gibi bir teorik fizik enstitüsü. Bu iki enstitü de sadece Kanada'da değil, aynı zamanda tüm dünyada oldukça saygın kurumlar.
Alt yapı anlamında çok büyük farklılıklar olduğunu düşünüyorum. En başında öğrenci işleri başarılı bir şekilde çalışıyor. Her türlü durum düşünülmüş, dolayısıyla sizin sorunlarınıza hemen çözüm bulabiliyorlar. Her şeyin başında öğrenci önemseniyor. Belki de İTÜ'yle arasındaki en büyük farklılık bu. Tabii nedeni maddi de olabilir. En nihayetinde Kanada'da da eğitim ücretli ve rakamlar uçuk. Bu açıdan belki de İTÜ gibi bir devlet üniversitesiyle ücretli bir amerikan üniversitesini karşılaştırmak sağlıklı olmayabilir. Yine de eğer sorun devlet üniversitelerinin yeterince alt yapıya sahip olmaması ve işlerin çok da tıkırında yürümemesiyse o zaman eğitimin ücretli mi ücretsiz mi olması gerektiği de mutlaka tartışılması gereken bir konu. Ama bu başka bir zamana.
Aslında alt yapı bu kadar çabuk geçilecek bir konu değil. Burada karşılaştığım bir şeyden bahsedeyim. IQC'nin çok büyük bir yatırımcısı var. Enstitünün binasının adı Lazaridis Quantum Nano Center. Lazaridis ne kadar tanıdık bir isme benziyor değil mi? Nitekim gerçekten de öyle. Adını, Mihalis Lazaridis'ten alıyor. Kendisi İstanbul doğumlu bir iş adamı. Büyük ihtimalle aynı zamanda Türk vatandaşı, fakat 6 yaşında ailesiyle Kanada'ya yerleşiyor ve Waterloo'daki Perimeter'i kuran da bu adam. Adam tam bir temel bilimler aşığı bir iş adamı. Bunun ne kadar önemli olduğunun farkında mısınız? Her parası olan iğrenç bir adam olacak değil. Bu yüzden TR'nin de vizyonu geniş iş adamlarına ihtiyacı var. Artı sermayeyi (tartışılabilir) bir şekilde topluma kazandırmanın da yolları var. Bu açıdan Koç'un, Sabancı'nın, Özyeğin'in üniversite açması oldukça önemli. Ancak mesele üniversitenin de ötesinde araştırma enstitüsü açabilmek ve bunu finanse edebilmek. Biz burada tıkanıyoruz. Ben biliyorum, İTÜ mezunu bir sürü zengin iş adamı var. Ama nerede İTÜ'de (teorik'i bıraktım) fizik enstitüsü?
Gelelim derslere. Aslında şaşırtıcı şekilde dersler pek de farklı değil. Hatta genel itibariyle İTÜ'nün çok daha zorlayıcı olduğunu söyleyebilirim. Dersler bir sürü bilgiyle donatılmış değil, daha çok belirli temel konular hedef alınıyor ve herkesin bu konuları öğrenmesi bekleniyor. Halbuki tipik bir Türk sistemi sizden her şeyi noktası virgülüne kadar öğrenmenizi bekler. Yine de o sistem de üniversitede biraz daha kendini 'anlamaya' yönelik sisteme bırakıyor. O açıdan aslında derslerde hiç ama hiç yabancılık çekmedim. Ödevler temel konuları ölçüyor, zorlamıyor. İTÜ fizikte verilen ödevlerle karşılaştıramam bile. Bazı soruların düzeyi lisedeki modern fizik derslerini anımsatır derecedeydi. Ancak elbette işin kavrayış boyutu farklı. Sadece egzersizleri koca bir yük haline getirmiyorlar. Açıkçası zorlayan ödevleri her zaman tercih ederim, çünkü diğerlerini yapmakta zaten zorlanmıyorum. Zorlayan ödevler yerine göre motive edici olabiliyor.
E haliyle sınavlar da farklı değildi. Sıfır sürpriz. Ödevler nasılsa sınavlar da öyle. Dolayısıyla midterm ortalamalarım İTÜ'ye oranla daha yüksek. Tabii burada çan yok. Not baremi de yok, çünkü harf notları yok. Krediyi dersten aldığınız yüzde puanla orantılı olarak alıyorsunuz. Yani dersin kredisi 0.5 ise ve siz dersi % 80 oranında başardıysanız, o dersten transkribinize yazılan kredi 0.4 oluyor.
Çanın olmaması gerçekten bambaşka bir dünya. Öncelikle sınıf içinde öyle ilkel bir yarış söz konusu olmuyor. Kimse kalmak zorunda değil. Sınıf normları öğrenme hevesinizin gerisinde kalıyor. Doğal olarak tamamen kendinize ve çalışmanıza odaklanıyorsunuz. Kesinlikle etkili bir yöntem. Tabii bundan şikayet eden UW öğrencileri de var. Eğer gıcık bir hocaya rastlarsanız, kimse yüksek not alamaz ama ortalamalar transkriptte yazmıyor. Eğer akademi düşünüyorsanız direkt geleceğinizi etkileyen bir şey. Çan bu açıdan dersi normalize ediyor diyebiliriz.
Daha bahsedeceğim şeyler var. Eğer özel bir sorunuz varsa, aşağı yorum atın, bir sonrakinde cevaplarım.
En son olarak, Waterloo'nun rektörünün İTÜ mezunu bir Türk olduğunu biliyor muydunuz? Bizde başarılı çok da, ülke sistemi bozuk olunca insan dayanamıyor, doğruya doğru.