"Böylesi bir kişiyi ne kadar süre taşıyabileceksin. Hiç doyumsuz. Seni yoruyor. Karşılıklı yoruyorsunuz birbirinizi. Ben onu tüm kentlerde dolaştırdım. Gölcüğün Bozdağlarından, mavi küçük gölünden, dağlar gerisinde kendisini kaybetmek isteyen sinirli ninesinin yanından aldım, yaşamın en derin gecelerine, en uzak kentlerine, en genç insanların sevgilerine, en erken sabahlarına getirdim. Gene de doyumsuz." - Tezer Özlü.
Doğayı anlamaya çalışmak da işte böyle doyumsuz bir duygu. Siz ne kadar verirseniz verin, o hep daha fazlasını ister. Tüm hayatınızı kaplar, size bir yaşam stili diker. Siz de gıkınızı çıkartmadan giyersiniz. Doğayı anlamanın bir sınırı yok. Siz onu tüketemezsiniz, o sizi tüketir. Ve bunu bile bile yine de ona karşı koyamazsınız. Yoksa hayatı boyunca keman çalmış, bilimi kadar yaptığı felsefeyle ve politikadan toplum yapısına kadar çeşitli konular üzerine yazılarıyla da tanınmış Einstein, üstelik fiziğe en büyük katkılarından sonra neden hayatının geri kalanını kuvvetlerin birleştirilmesi çabasına adamıştır ki?
Öldüğü zaman masası şu şekildeymiş:
Fotoğraflar: Ralph Morse, LIFE dergisi.(http://time.com/3494553/the-day-albert-einstein-died-a-photographers-story/)
Belli ki keşfedecek daha çok şey varmış. İnsan uzaktan o karayı seçmesin, o karaya ayak basmamasının imkanı var mı? Elbet bir gün biri ayak basar. Bilimi bir ödüller silsilesi gibi görenler, kimse bilinmemiş ve yaşanmamış kıtalara yolunda ya da ucunda olacak ölüme rağmen bir ödül için gitmez. O yolculuklara sadece doyumsuz bilinçler çıkar.
İçimdeki doyumsuzluk 16 mayıs 2015'e not olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder