Bugün Kanada'ya gelişimin ikinci ayı. Geldiğim günden çok farklı değil, karlı ve soğuk. Böyle bir ülkede eğer bir yaz ülkesinden geliyorsanız kışın yapabileceğiz şeyleri başlangıçta oldukça kısıtlı bulabilirsiniz. En nihayetinde vaktinizin çoğunu içeride geçirmek zorundasınız. Dışarıda birkaç kat giyinip üzerine de kocaman bir kaban alınca adeta kıyafet topuna dönüşüyorsunuz. O botlar zaten acayip ağır oluyor, kısacası bir yerden bir yere yürümek başlangıçta zulüm gibi geliyor. Tabi insan her şeye adapte oluyor, buna da alışıyorsunuz bir süre sonra.
Diyeceğim o ki, madem Kanada'dayız, o vakit buz pateni öğrenelim dedik. Kaymak çok eğlenceli ve etkileyici duruyor dışarıdan, Türkiye'de pek alışık olmadığımız bir spor bildiğiniz gibi. Her şey bir yana patenleri giyip kaymaya çalışmak ayrı bir tablo. Zor olmasından bahsetmiyorum. Aslında birçok yönden ne kadar da eğitici bir spor olmasından bahsediyorum.
Bir kere her şeyin başında bunu öğrenirken kendinizle savaşmanız lazım. Bu aynı ilk defa lens takmaya benziyor. Cesaret edip o göz kapaklarını kapamamanız lazım, insan vücudu en nihayetinde, bir sürü reflekse sahibiz kendimizi korumak amacıyla. Cesaret bunları bir kenara koymakla başlıyor. Önce tutunmaktan vazgeçmeniz gerek. Ayakta kalabildiğiniz zaman da düşmekten korkmamanız. Düşmek elbette acıtıyor, ama bir kere bu işi yapmaya karar verdiyseniz düşmeyi göze almanız şart. Aslında bu sporu öğrenmenin en güzel tarafı bu sanırım: düşmeyi öğretmek.
Okulun olimpik sahasına değil de, merkezdeki halka açık buz sahasına gittim bir kere. Kayanların yarısı çocuk, öyle sadece 7-8 yaşlarında çocuklar değil. Ciddi ciddi 2-3 yaşlarında çocuklar korkusuzca kayıyorlar, gülerek düşüyorlar, buzda yuvarlanıyorlar, kahkaha atıyorlar ve yeniden ayağa kalkıyorlar.
Bir çocuğa bundan daha güzel nasıl bir hayat dersi verebilirsiniz ki? Diyeceğim o ki, buz pateni deyip geçmeyin, çocuğunuza bu sporu öğretin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder