Kadın cebindeki polonyumu düşündü, tekrar. Nasıl bütün hayatını ona adadığı geçti aklından. O sırada mide bulantısı şiddetlendi. Yüzü ekşidi, sağ eliyle duvara tutunmak zorunda kaldı. Derin bir nefes aldı ve ağrıya odaklandı. Birkaç dakika sonra bulantı zayıflamıştı. Hafif loş evde yürümeye devam etti ve odasının kapısına dayandı. Parmaklarını cebindeki sihirli maddeye değdirdi, güç almak istercesine. Gözlerini kapatıp onun zifiri karanlıktaki o tatlı mavi ışığını hayal etti. Gülümsemesine engel olamadı. O cevher hayatının en önemli hazinesiydi. Yıllarca üzerinde çalışarak sırlarını adım adım öğrendiği, paha biçemediği bir arkadaştı. Fiziksel yapısı, bozunma süreci, cetveldeki yerinden yaydığı ışığın esrarengiz serinliğine kadar birçok özelliğine aşina olmuş, tüm dünyada henüz kimsenin bilmediği
birini keşfetmişti.
O keşfetmişti, başka kimse değil. Kadın ansızın maddenin yokluğunda hayatının nasıl olacağını düşündü. Olamazdı, reddetti. Polonyumu ondan başka kimse daha iyi tanımamıştı, tanıyamayacaktı. Köklerinden bu kadar uzaktayken ona ailesini aratmayan bu madde işte bu kadar başını döndürmüştü,
hasta kadının. Öksürük krizi tuttuğunda arkasından dayanılmaz bulantının geleceğini biliyordu. Tek yolu kusmaktı. Ne yazık ki kadın kusmanın bile onu en yakın arkadaşının zehrinden kurtaramayacağını bilmiyordu. Her an içini parçalayan arkadaşını o her geçen gün daha çok seviyordu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder