Bilgisayarımı temizliyorum, dosyalarımı sınıflandırıyorum. Kendimi bildim bileli bir şeyleri sınıflandırmaya bayılırım. Bu özelliğim kimi zaman takdir konusu kimi zaman eleştiri konusu olur. Eşya sınıflandırdığımda mutlu olurlar. Annemin odamı topladığımda yüzünde oluşan rahatlık ifadesinden herhangi bir ders kapsamında yapılan kavram sınıflandırmasına değin her türlü düzenleme eylemi insanları mutlu kılar. Ne zaman eleştirilirim? Tabii ki de insan sınıflandırdığımda.
Bu ayıp mıdır? Bilmem.
E hali hazırda sınıflar varken neden sınıflandırmayayım ki? Ayrıca kimse yetenekler konusunda eşit değilken neden ayıp olsun?
Her neyse. Konu bu değil. Ben bu sınıflandırma ayinlerini yaparken geçmişime dair çok ilginç düşüncelerle, yazılarla, hatıralarla karşılaşırım. İşte onlardan biri.
Yaklaşık iki sene önce, Önder Kaya adlı bir tarihçinin Cihan Payitahtı İstanbul adlı şehir tarihi anlatan eserini okumuştum. Sınav sonrası yaptığım en güzel ve hatırda kalıcı aktivitelerden biriydi. Kitapta okuduğum İstanbul'un tarihi beni o kadar etkilemiş ki gezilecek yerler diye bir liste çıkartmışım. Ama elbette gezmemişim!
Sanırım bu yaz beynimi sarmalayan iki araştırma konusunun muhteşem bir kaçamağı olabilir bu mekanlar.
İşte liste. Belki siz de gezmek istersiniz...
Abide-i Hürriyet Anıtı
Pembe Köşk
Gazanfer Ağa Medresesi – şehir müzesi (karikatür müzesi)
Tevfik Fikret Aşiyan Evi
Şişlideki Atatürk evi – Inkılap Muzesi
Maçka Taşlık Parkı
Galata’daki Sokullu Mehmet Paşa Camii
Hızır ve Katip Çelebi’nin mezarları sembolik olarak IMÇ de bulunmaktadır.
Beyazıt Meydanında Haydar Bey havuzu
Macit Gökberk
Rejans, Kiefski, Turkuaz
Darülfunun (ist üniv)
Taksim Kışlası
Tepebaşı Otel
Mühendis Okulu
Bebekteki Darüleytam
Müze-i Hümayun
Mercan semti İbnül-Emin konağı
Gülhane Parkı
Fatih Hava Şehitleri Parkı
Barbaros yokuşundaki Yıldız Camii bir diğer adı Hamidiye Camii (2.Abdülhamit)
Dolmabahçe Sarayı (Abdülmecit)
Sirkeci Garı
Şişli Etfal Hastanesi
Tophane Sultan 2. Abdülhamit Çeşmesi (Maçka’da)
Kumkapı
Yeşilköy’deki Rus Anıtı, Ruslar Yeşilköy’e girdiklerinde yaptıkları bir anıtmış; dinamitle yıkılır, Türk askerlerine yapılan saygısızlık
Boğaz’ın en eski yalısı Amcazade Hüseyin Paşa Yalısı
Ortaköy’de Feriye Sarayı
Çırağan, Beylerbeyi Sarayları (Abdülaziz)
Yıldız ve Beşiktaş Sarayları
Bankalar Caddesi
Galata, Tophane çevresi
6. Bölge (bügunkü Beyoğlu belediyesinin temeli)
Polonezköy
Pierre Loti
Tophane’de Nusretiye Camii ve Tophane Kasrı
Kavak Kasrı
Trabya’da Sultan Köşkü
Hacı Arif Bey (Türklerin Mozartı)
Yeniçeriler Caddesi (2.Mahmut’un türbesi)
Feshane, baştan bir fabrikaymış (1833)
Aynalıkavak Kasrı
Vezneciler – Tıbhane-i Amire
Yeni Camii ve Hidayet Camii
Ahmediye (Et meydanı)
Yeni odalar eski odalar
Yeniçeri Kıyafet müzesi
Kağıthane Köşkü
Kadıköy Fikirtepe ve Pendik: MÖ 5500 yıla kadar uzanan birtakım kalıntılar
Ahırkapı
Sarayburnu
Mese caddesi
Sultanahmet’te Hipodrom
Zeuppikos Hamamı
Dikilitaş
Yılanlı Sütun
Çemberlitaş (Konstantin diktirmiş)
Yerebatan Sarayı arkasına düşen Million Abidesi kalıntısı
Kıztaşı
Aya İrini
Ayasofya
Tekfur Sarayı
Zeyrek Camii
Şimdi de biraz insan sınıflandıralım. Geçenlerde yazmıştım. Her şey güzel, hoş; ama devre sistem analizi dersi neden bir hayal kırıklığı oldu?
Çünkü bu kadar analizi bol, diğer derslere referansı, gerçek hayata referansı, ötesinde istenirse olayın temeli olan fiziğe referansı gırla olan bir ders savsaklanarak geçti. Hiçbir zaman derste aldığım hazla Chua'dan satırlar okurken hissettiğim istek uyuşamadı. Chua bana kocaman, eli kolu her bir disipline değebilen kavramlardan bahsetti. Hoca ise durmadan slayt gösterdi. Ders başı, ortası, sonu itibariyle analiz dolu bir dersti. Sırayla zaman ve frekans domaininde (ki buna da domen diyorlar, onlar dedikçe midem bulanıyor. Bu nasıl bir anlayıştır?) devre analizi yapıyorsunuz. Bunlar baba konular, bir de minik minik değinilen konular var. Dersin sonunda gösterilen balanced 3-phase, signal flow diagrams, block diagrams, bu noktada girilen feedback mantığı gibi konular da dersin tuzu biberiydi. Ders zaten Elektrik Devre Temelleri dersinin devamıyla başlıyor. Orada kapasitif ve endüktif bir devrede diferansiyel denklem çözerek işi sonlandırıyorsunuz. DSA'da ise lineer cebir kullanarak sisteme özel matrisler çıkartıyorsunuz. Zaten öyle de devreyi çözümlemiş oluyorsunuz. Ha devre çözümlemek ne demek? Metodunuza göre değişir. Ama en yaygın olanı node gerilimlerini bulmaktan geçiyor.
Dersin ortasında transient çözümün zamanla yok olacağını farz edip steady state sinusoidal çözüm yapıyorsunuz. Burada da jw-domaininde dolaşıyorsunuz. Zaten hoca buranın üzerinde epey duruyor. Çünkü elektrikçilerin çoğu zaman yaptığı analiz bundan ibaret.
Bu noktada tanıtılan çok önemli bir teorem var. O da maksimum güç aktarımı teoremi. Fakat bu teoremin önemini tahmin edebileceğiniz gibi bu slaytlarla işlenen derste değil, gayet tahta-tebeşir hadi girişelim bir ders olan dalgalar dersinde öğrendim. Empedans sadece elektrik bir sistemde değil, herhangi bir sistemde var olan bir büyüklük ve kavram. Dolayısıyla dalgalar dersinde max. güç aktarımı için empedans uyumu olması gerektiğini anladım. DSA'da bu kadar önemli bir konu üzerine sadece 1 ya da 2 slayt vardı. Hoş, di mi? Zaten sanırım üzerine de 10-15 dakika konuşmuştuk.
Bu bence ders için büyük bir handikap.
Devam edersek, ardından laplace transformun özünden kaynaklanan bir durum nedeniyle sistemi s-domainine taşıyınca transient çözümleri de SSS çözümle birlikte inceleyebilir hale geliyorsunuz. Sonra da s domainini kullanarak transfer fonksiyonu ile tanışıyorsunuz.
Bu ders bu kadar kapsamlı olmasaydı, çevresel faktörler yüzünden eminim tüm motivasyonum yerle bir olacaktı. Ama her şeye rağmen her seferinde olayın ben ile Chua ve Nillson (diğer kaynak) arasında olduğunu hatırlattım kendime ve beni tutan tamamen bu oldu. Hocanın iyi niyetine şüphe yok. Çünkü hoca beni asıl soğutabilecek durumdan epey korudu, ki o durum dersin müthiş kültürsüz asistanı idi. Adını vermeye gerek yok. Zaten benim aldığım dersi bilenler asistanın da kim olduğunu çok iyi biliyorlar.
Hayatımda, üstelik itü gibi bir yerde böyle bir adamla karşılaşabileceğimi hiç düşünmemiştim. O kadar büyük bir iletişim sorunu yaşıyor ki, düşünün benim gibi hocalarla arkadaş olabilen bir insanı bile kendinden soğutmayı başardı. Neden? Çünkü bulunduğu konumla ilgili kompleksleri mi desem, öğrenciyi aşağı görmesi ve bunu öğrenciye göstermek için çabalaması mı desem. Kendisinde hepsi vardı.
Çok fazla konuşmaya gerek yok. Zaten tek bir anım oldu. Ondan sonra da yanına bile uğramadım. Uygulama derslerinde de önünde oturup gıcığına fizik çalıştım. İlk midterm sonrası gayet masum bir öğrenci olarak ofisine gittim ve hatalarımı görmek istedim. İlk sorumdan haksız yere 9 puanımı kırmıştı. Neden diye sorduğumda, bana bakıp gayet haklıymış gibi bir tavır alarak, özel çözüm zorlanmış çözüme mi eşittir ha? dedi. Bir an kafam karıştı. Evet, particular solution, forced response'a eşitti. Bundan adım gibi emindim. Hem edt'de hem dsa'da bunun üzerinde epey durmuştuk. Yüzümü ekşitince git bak slaytlara dedi. Ben de, hocam çantamda, birlikte baksak dedim. Hayır, ben sana bir de ders mi anlatacağım burada deyip tüm ilgisizliğini, kabalığını gösterdi. Ben de tamam dedim. Çıkarken de gıcıklığına, problem olursa gelirim, dedim. Cevap vermedi ama kafasını sinirli sinirli salladı. Tabii o sırada o hormonlu vücudu da sallandı.
Halbuki kendisi ezik tavrını biraz aşıp benle birlikte o kağıda bakma zahmetinde bulunsaydı, hiç hocaya gidip durumu şikayet etmek zorunda kalmayacaktım. Çünkü gerçekten de particular solution, forced response'a eşitti. Kendisinin türkçe olarak zorlanmış çözüm dediği çözüm bizim ingilizce olarak zero-state solution dediğimiz çözümdü.
Neden forced response'un karşılığının zorlanmış çözüm olmadığı zaten garip bir soru iken onun kafasında bu bu böyledir deyip çevirip, olayı ingilizce textbooklardan onaylamamış olması da ayrı bir konu.
Puan mesele değil. Mesele, kırıcı üslubu ve kendi bildiğini sorgulamamasıydı. Kesinlikle gelecekte bir hoca olmayı hak etmiyor.
Çok güzel ve ilgi çekici bir yazı olmuş arkadaşım. Sanırım aynı şeyleri düşünüyoruz. Şu yorumunu çok beğendim:
YanıtlaSil"E hali hazırda sınıflar varken neden sınıflandırmayayım ki? Ayrıca kimse yetenekler konusunda eşit değilken neden ayıp olsun?"