2013-09-29

sen aydınlatır mısın gecemi?

Sen Aydınlatırsın Geceyi - ya da Shakespeare'in oyunundaki orijinal haliyle Thou Gild'st the Even - bir Türk filmi. İki gündür Film Ekimi'nde gösterime sunuluyor. Anladığım kadarıyla da önümüzdeki günlerde farklı yerlerde, dağıtım şirketlerinden bağımsız olarak, gösterime girecek: İTÜ gösterimi.

Haliyle şimdi yazacaklarımı önce bir google'ladım.
Benim gördüklerimi başkaları da görmüş müdür diye yaptım bunu, nitekim film bence absürd dram-komedi karışımdan öte bir eserdi. Aynı zamanda okuduklarımdan yola çıkarak filmin aslında pek bekleyeni var düşüncesine ulaşıyorum. Leyla ve Mecnun dizisinin ünlü oyuncularının filmde Onur Ünlü yönetmenliğinde oynadığı düşünülürse sanırım bu dizinin tüm fanları bu filmin gelişini dört gözle bekliyordu. Ben diziyi ne kadar çok duymuş olsam da izlemedim. Bu filmin ilgimi çekmiş olması sinopsisinde"bir Anadolu köyünde süper kahramanların hikayesini" anlattığını iddia etmesinden kaynaklandı. Türkiye'de bilimkurgunun ne zaman patlak vereceğini merakla bekleyen ve bunun için aktif olarak uğraşan bir insan olarak bu cümle beni heyecanlandırmadı değil. Elbette film bir bilimkurgu değildi. Ancak Türkiye'de bilimkurgu yapılabilirse de buna çok benzeyeceği aşikar. Sıradan hayatlarında güçlerini bazen kullanan bazen ise kullanmayan sıradan mutantların hikayeleriyle, bilimkurgu Türk sinemasında yaşamaya başlayabilirmiş gibi duruyor. En azından benim uzun süredir gözlemlediğim bu. Türk sinemasında bir Süperman yaşayamaz ya da bir Örümcek Adam. Kim Batman gibi bir karakterin yan komşusu olabileceğini düşünebilir ki? Biz kendi sinemamızda gerçekçiliği pek bir seviyoruz. Ayaklarımız hep yere bassın, hiç uçmayalım istiyoruz. Sokaktan geçen sıradan adamın hikayesi daha dinlenilesi geliyor, ejderha masalları dinlemeyle karşılaştırıldığında. Belki de yine bu yüzden olağanüstü olayların olduğu Türk destanlarını ve onların kahramanlarını 21. yy sinemasının muhteşem teknoloji olanaklarıyla bir araya getirmeyi düşünmüyoruz.

Film sıradan bir aşk hikayesinin sıradışı işlenişinden öte olarak bence bir toplum eleştirisi yapıyor. Bu yönüyle de aslında başarılı duran bir analoji. Cemal'e intihar girişiminde bulunduğunda haplar veren, aslen oralı olmayan doktorun neden sağ gözünden kan geliyor? Cemal karısını dövdüğünde bunun hafif pişmanlığıyla derdini doktora anlattığında, doktor neden köpürüyor ve Cemal'e 'insan karısını döver mi?' tarzında öğütler veriyor? Dönen cihazlara - havalandırma, yel değirmeni gibi - sabit ve kıpırtısızca bakakalan Cemal'e o kadar sinirleniyor ki, 'siz ne mal adamlarsınız, bu kasabayı s.keyim' tarzında epey şiddetli bir serzenişte bulunuyor. Keza yine karısının gönlünü alması gerektiğini söyleyen ilk okul öğretmeni neden görünmez? Filmin sonuna doğru toplumdaki çürümeyi temsil eden mafya babaları Cemal'i vurmak yerine neden görünmez olan öğretmeni vuruyorlar? Karısının kendisini kasabadaki iş adamlarından biriyle aldattığını düşünen Cemal, karısı eve geldiğinde ona soru sormadan önce neden onu bir güzel dövüyor? ... ve dövmeden önce sorması gereken soruları neden dövdükten sonra soruyor?

Son kısım aslında toplumumuzdaki klasik bir sahne. Sorgulamadan yargılamak. Önyargıları gerçek kabul ederek hareket etmek. Hoş görü eksikliği. Bazen tepkisiz, bazense aşırı tepkileriyle Cemal, halkı andırıyor. Doktor ve öğretmen de anlaşılacağı üzerine aydın'ı. Kan ağlayan aydın, halka ulaşamayan ve bunun farkındalığıyla kahrolan klasik Türk aydını. Görünmez aydın. Birey oluşunu keşfetmiş ve ait olduğu toplumdan giderek silikleşerek kaybolan aydın. Cemal'e iyileşmesi için doktorun verdiği hapları almayan Cemal, hapları bir anda alınca ne olur? Bilgi ancak hap gibi düzenli olarak saatinde teker teker alındığında iyileştirir. Bir anda alınan haplar önce kafa yapar ve uçurur, sonra da kusturur. Kısacası hiçbir işe yaramaz.

Kitap satan öğrenci kız neden ellerini birbirine vurunca zaman durur? Yine ironik bir şekilde, Cemal'i ölümden kurtaran kurşunun parçaladığı sol üst cebinde taşıdığı kitaptır.

Bu film, bence taşıdığı daha birçok sembolle oldukça yoğun bir film. Özellikle sonu oldukça sorgulanmaya değer. Ancak spoiler vermeyeceğim.

Son olarak,
"Benim sorunum da işte bu. Ölemiyorum. Sen şimdi bunu güzel bir şey sanıyorsun. Ama öyle değil. Bu insanların yüz yıl önce nelere inandıklarını duysan şaşırırsın. Yüz yıl sonra neye inanacaklarını da bileceğim."

İyi seyirler.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder