2011-12-19

sanat paylaşımları

İşte sanat dersinde yorumlarımızı kendisinin sanat teorisine göre oluşturduğumuz adam:

Erwin Panofsky

Önce sanat eserinin dış görünüşünü betimliyoruz. Bu aşamada hiçbir sanat tarihi ya da genel tarih bilgisine ihtiyaç duyulmuyor. Hatta bu aşamada eseri kim yapmış, bunu da bilmenize gerek yok; çünkü gerçekten gözünüzle ne görüyorsanız bunu dile getiriyorsunuz. Formalism denilen bu aşamadan sonra eserin ikonografik analizini yapmaya başlıyorsunuz. Bu, bi'nevi eserdeki sembollerin aranma süreci. Sanatçı hiç de düşündüğünüz gibi düşünmeyebilir. Hatta eseri semboller kullanarak kurmamış dahi olabilir, (bknz. Magritte'e ilk bakış). Ben bu aşamayı biraz da eser üzerinde düşünmeye başlangıç aşaması olarak görüyorum. Kısacası beyin jimnastiği yapmaya başlıyorsunuz.

Son aşama ise yorumun zirveye ulaştığı nokta.
Gerçekten eserde ne anlatıldığını anlamak için sanatçının hayatını okumaya başlıyorsunuz, yaşadığı dönemin şartlarını inceliyorsunuz. Eğer varsa, eserin ait olduğu akım hakkında araştırıyor ve eserin tüm diğer eserler arasındaki yerini öğreniyorsunuz. Bu aşamaya da ikonolojik analiz adı veriliyor.

Sanat dersinin final sınavı olmayacak. Onun yerine çok daha yaratıcı bir çözüm olan bir eserin yorumlanması ödevini teslim edeceğiz. Goya ve Manet arasında kalmış bulunmaktayım. Ne yazık ki hiçbiri beni Magritte kadar çekmiyor. Farklı bir sanatçıyı ele almak istediğim için de Magritte'in bir eserini seçmek istemiyorum. Halbuki kendisi hakkında bir dünya okudum ve eserleri benim için artık yorumlanması zor resimler değil. Geçmişteki sanatçılar hakkında daha fazla öğrenebilmek için de çağdaş bir Türk ressamı da seçmek istemiyorum. Yoksa hazır Teşvikiye sularında yaşarken iki sokak ötedeki bir sanat galerisine girmek ve eserin sanatçısıyla görüşmek kadar kolay bir iş olmasa gerek!
Garip bir şekilde Magritte dışındaki sürrealistler de ilgimi pek çekmiyor. Dali'yi Magritte kadar yakın bulmuyorum ve zaten daha önce de bahsettiğim gibi Magritte bütün özellikleriyle sürrealist sayılabilecek bir ressam değil. Fikrimce de hepsinden daha farklı, çünkü en başında kendisini bir ressamdan öte bir filozof olarak niteliyor.

Bu noktada Magritte'in en çok etkilendiği isim De Chirico akla geliyor. Nitekim Magritte'in bir dönem eserleriyle epey benzeşiyor Chirico'nun eserleri.
Öte yandan geçenlerde Goya'yı tanıdım ve eserlerine ilk defa fantezi ögeler yerleştiren bir sanatçı olarak kendisini oldukça devrimci buldum. Gayet gerçekçi düşündüğünüz bir resmin ücra kalmış köşelerine ruh siluetleri atıyor. Eserlerinde devleri resmediyor. Sanat tarihçileri onu romantik olarak niteliyorlar.
Sanat ödevim için diğer bir düşündüğün sanatçı ise Manet.
Bu kadar gerçekçi çizen ve diğer bahsettiğim ressamlara göre işin düşünce boyutuyla değil de resim boyutuyla ilgilenen bir ressamla ne işin var senin, diye sorabilir bazıları. Nitekim ilginç olan nokta da bu. Manet hakkında okumadan önce onu kafamda çok geleneksel canlandırıyordum. Halbuki sonuna kadar yanılmışım. Döneminin anlaşılamayan ressamlarından o. Resmi belki bilinçli belki bilinçsiz ahlak kısıtlamasından kurtaran bir adam. Renk uyumlarını yansıtabilmek için,

Luncheon on the Grass

eserini fırçasına aldığını düşünürseniz, ne demek istediğimi sanırım daha iyi aktarmış olurum. Bu resim göze güzel gelen bu etkiyi ancak kadının bu ten rengiyle oluşturabilirdi ve oluşturdu da. Sanırım biraz da bu nedenle Manet insanı diğer nesnelerden farklı bir varlık gibi görmediği şeklinde yorumlanıyor.
Aslında Manet'in diğer bazı resimlerine baktığınızda onun sıradan insanları model olarak aldığını anlıyorsunuz. Olympia bunun bir sonucu. Tüm bu durumlardan ötürü sanatı özgürleştiren bir ressam ve bu da onun diğer bir devrimci ressam olarak nitelenmesine yol açıyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder