2012-12-03

Değişime Direnenler Oldu.

2012, Ekim

Değişime direnenler oldu.
Beyaz gömlek giymiş, saçları düzgün bir şekilde tıraş edilmiş ve mavi gözleri hafif dalgın bakan adam fısıldadı.
“Aslında Göz’lerin nedeni bu.”

Etrafındaki kalabalıkta bir uğultu oluştu. Ona sadece bir fısıltı gibi gelen sesi mikrofon sayesinde tüm salona yayılmıştı. Yalnız dört kelimelik bilgi içeren ses sinyalleri dalgalar halinde her bir kulağa ulaşmış ve aslında sadece şifrelenmiş bir hava basıncından ibaret olan bu mesaj elektriksel bir darbe yoluyla her kafada sorulara neden olmuştu. Adamın gözleri önüne düştü. Salonda biri ayağa fırladı.
-Bu bilgi bizden nasıl saklanmış olabilir yıllarca? İmkansız!
Beyaz yakalı başka bir adam daha fırladı sandalyesinden.
-Yüz yıllardan bahsediyoruz, Devrim bey! Çoktan açığa çıkması gerekmez miydi?

Hoparlörden mekanik bir ses herkese oturmasını söyledi, salon biraz daha sessizleşti. Devrim şimdi sakinleşmiş ama hiçbir şekilde tatmin olmamış salona bakarken yıllar önce tez hocasıyla konuştuğu kareler geldi geçti aklından.
-Bu zor bir konu, Devrim.
Yaşlı adamın kırışık yüzündeki boncuk gözleri kısıldı.
-Emin misin?
-Eminim hocam. Oldukça da kararlıyım. Etrafımızda dolaşan bu Göz’lerin ne olduğunu bulacağım.

Bulanık anılarından kafasını kaldırdığı vakit hala onu neredeyse boğazlamak üzere olan insan kalabalığının ortasında olduğunu hatırladı. Mikrofona eğildi.
-Kabul etmesi zor, biliyorum. MİT elektronik arşivlerine varlığını göstermeyen bir algoritma ile gömülmüş bu bilgiyi bulduğumda ben de sizin yaşadığınız karışık anlardan geçtim.
Salonda yine bir uğultu başladı. Ama Devrim bu sefer bu işi bitirmekte kararlıydı. Sözcüklere bastırarak devam etti.
-Ama… Ama bilginin doğruluğu şüphe götürmez. Kodlama Cumhuriyet’in ilk asrının stili ile yapılmış. Ayrıca daha önce kendini gizleyen algoritmalarda hiç o tür bir kompleks yazım türüne rastlamadım. Bariz bir şekilde ilk gizlenen algoritma ve bunu o dönemde yapabilecek tek kişi de… kodu yazanın kendisi.

Bir adam bağırdı.
-Üstün Karaelmas!
Koltuklarda fısıltılar büyüdü. İki sıra ötesinde şık giyimli bir bayan yanındaki adamın kulağına eğilmiş ve şaşkınlıkla gözleri büyümüştü. “Büyük deha Karaelmas mı?”

Devrim acı bir şekilde gülümsedi.
-Evet, Karaelmas.
Kalabalıktan bir adam ayağa zıpladı resmen.
-Karaelmas kaynaştırma yanlısıydı, o bir hümanistti! Bunu yapmış olamaz! Adını kullanmış olmalılar. Hepimiz biliyoruz, hocanın bir sürü öğrencisi vardı! İnsaf! Değerlerimize bu kadar kolay leke süremeyiz!

Devrim mikrofona eğildi, adamın cılız ve tiz sesi Devrim’in sesi altında eridi.
-Elbet üç yüz elli sene öncesi hakkında ahkâm kesmek bize düşmez, Semih bey. Fakat toplumumuzun üzerine oturduğu evrimsel anlayışı siz de benim kadar iyi biliyorsunuz. Doğruluğu ispatlanan ve zamanla kabul edilen araştırmalar, yerleşmiş ve artık sorgulanmayan değerlerimizden bilgisel anlamda daha üstündür.

Devrim ellerinin titrediğini fark etti. Hiçbir zaman karşılıklı tartışmaları sevmemişti. O bir bilim insanıydı, şimdi neden bir grup siyasetçinin önünde rapor vermek zorundaydı ki? Devam etti.
-Biz toplum olarak değişimi büyük fedakârlıklar yaparak anladık. Şimdi Göz’lerin sebebinin bile değişim olduğunu bilirken toplumsal değerlerimize atıfta bulunuyor olmanız bir hayli manidar. Bırakın çalışmamı bilim ve zaman yargılasın, bir grup siyasetçi değil.

Devrim salondaki uğultuların her zamankinden daha yoğun olduğunu hissetmişti ama duymamıştı. Gözleri bulanıklaştı, sesler kulaklarında uğuldadı gece yarısı yanlışlıkla aralık kalmış bir pencereden sinsice giren bir rüzgâr gibi. Rüyasında huzursuzca kıpırdanmasına neden olan bu uğultu tüm salonu dolaşırken arkasındaki hologramda çekilmiş bazı üç boyutlu kareler gerçek dünyaya yansıyordu. Havada süzülen gözler vardı karede. Mavi gözler, yeşil gözler, kahve gözler… Elsiz, kolsuz, bacaksız, dudaksız gözler. Sade gözler. Havada uçuşup duran gözler. Kimi üzgün, kimi kızgın, kimi anlamsız bakan gözler. İnsanların bildiği ama yaklaşmaya cesaret edemediği, bir şehir masalına gömmeye çalıştığı gözler vardı Türkiye sokaklarında. Yaklaşık üç yüz yıldır fıldır fıldır dolaşan gözler vardı ortalıklarda.

Devrim’in yine canı sıkılmıştı.
-Siz ister inanın, ister inanmayın. Onlar insan. Onlar değişime direnmiş ve bu yüzden zamanla silinmiş gitmiş insanlar. Değişime direnebilen ne var, sayın halk temsilcileri? Söyleyin, ne var? Hiçbir şey. Bu Göz’ler bunun en büyük kanıtı. Onlar atalarımız zamanında gözlemci olmayı seçmişler. Konuşmamışlar. Susmuşlar. Gizlenmişler. Kara örtülerinin altına saklanmışlar. Bize, toplumdaşlarına sadece gözlerini göstermeyi yeterli bulmuşlar. Kendilerini isteyerek bu toplumdan soyutlamışlar. Hologramlara değil, fotoğraflara bakın. Açın bakın eski İstanbul sokaklarına. O gördükleriniz Göz’lerin nineleri.

Devrim tekrar ellerine baktı. Zangır zangır titriyorlardı. Birkaç saniyedir durmadan adrenalin salgıladığını biliyordu, böyle devam ederse bayılıp kalacağını hissetti. Salon sus pustu. İlk defa uğultular canlanmamıştı.
-Büyük değişimden sonra… kara giysililer azaldı, azaldı ve yok oldu. Tabii ki de sakladılar. Bir de çıkıp, değişime direnenler oldu, biz de aklımızca bu çözümü ürettik, mi diyeceklerdi? Öldürmediler. Yo hayır, onlar gaddar değildi. Onlar ne caniydi ne de cahildi. O adamların her biri değişime direnenlerin olacağını biliyordu. Çünkü basit, değişime direnen her zaman olur. Değişim kendi yaratıcılarını bile yer, siler, yok eder, önünde sonunda. Kan çıkmadı, ama beden kayboldu. Karaelmas …varlıksızlık pelerininin mucidiydi.

Devrim durakladı, gözleri anlamlı bir şekilde parıldadı, gülümsedi. Salondaki sesler birbirine fısıldadı.
“O görünmezlik pelerini değil miydi?”

-Bu büyük icattan ne bize ne de insanlığa bahsettiler. Nitekim güçlü bir silah ve aldatıcı bir tehlikeydi. Aslında saydam bir örtüden ibaretti. Ya da biz onu öyle görüyorduk. Görünmezlik pelerininin bin bir çeşidi yapılmıştı o zamana kadar.
Devrim arkasındaki holograma döndü ve sunumu ilerletti. Üç boyutlu ekranda iki boyutlu bir video belirdi ve video akmaya başladı. Kıvır kıvır saçlarıyla ve büyük gözlüğüyle Karaelmas işte orada konuşuyordu. “Artık Türkiye’nin de bir görünmezlik pelerini var…” Devrim videoyu durdurdu ve salona döndü.
-Hepiniz biliyorsunuz bu ünlü sahneyi. Karaelmas’ın gizlenen algoritmasında yazdığına göre aslında iki farklı pelerin üzerine çalışmışlardı. Basına yaptığı açıklamada elindeki gerçekten sıradan bir görünmezlik peleriniydi, yani tek yaptığı görünür ışığı pelerin etrafında kırmaktı. Fakat asıl çalışma gizli bir devlet projesi olan varlıksızlık pelerini üzerineydi.

Devrim yüzlerce kez hayal ettiği, kafasında oynattığı sahneye daldı yine. Karaelmas orada laboratuvarının başköşesinde durmuş, endişeli yüzüyle iki öğrencisinin pelerinleri kutulara yerleştirmesini izliyordu. Fısıldadı. “Sonumuz hayrola.” O sırada laboratuvara giren MİT ajanları kutuları sessizce aldılar ve kafalarıyla profesöre selam verdiler. İki öğrencisi masalarına dönerken arkasındaki ölçüm laboratuvarından çıkan meslektaşı sessizce Karaelmas’a pelerinlerin karakterizasyon testlerinin olumlu olduğunu söyledi. Ardından fısıldadı, “Arkasındaki fiziği hala tam anlamıyla anlayabilmiş değilim, hocam. Ama pelerin objenin üzerinde ne kadar uzun süre kalırsa objeyi o kadar etkili bir şekilde yok ediyor.” Karaelmas meslektaşına döndü, “Bizim gerçekliğimizden siliyor Arif, onu yok etmiyor. Onu tahmin edemediğimiz başka bir yere gönderiyor olmalı, belki de evrenin başka bir katmanına, kim bilir? Teori hala zayıf.”

Devrim kendine geldi, ellerine baktı. Titremiyorlardı.
-Karaelmas’ın düştüğü nottan bariz şekilde anlayabiliriz ki, yöneticilerin varlıksızlık pelerinini gerçekten direnenlere karşı kullanmak için istediklerini biliyordu. Sanıyorum, onun hiç tahmin edemediği ajanların direnenleri iki gerçeklik arasında sıkıştırmalarıydı. Onlar ait oldukları gerçeklikten silindiklerini fark etmiyorlar, onları zaten görünmez olmak istedikleri toplumdan soyutlayacak bir pelerin giyiyorlardı-
…gözlerini örtmeyerek. Canlı kalıyor, ama varlıklarını kaybediyorlardı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder